Melike Karakartal

“İnsan dili”

17 Ağustos 2011
Kadın ve erkeği aynı dilden konuşturmayan nedir bilmem ama artık hormon mudur, gen midir, nedir bulunsun arkadaş!

Hayır yani iki insan aynı konudan bahsederken nasıl ihtilafa düşmüş gibi davranabilir söyler misiniz?
Herhalde aynı konu hakkında karşıt gibi görünen fakat birbirinin aynı olan görüşleri düşmanmış gibi söylemek bir tek kadın ve erkeğe mahsustur.
Ne ilişki, ne kişisel gelişim kitapları çözüm bulabilmiştir bu derde.
Misal, erkek diyor ki, turşu en iyi limonla yapılır. Kadın diyor ki “Hayır efendim sirke.”
Fakat erkek demiş bir kere limon diye.
Kadın inatçıdır, ısrarcıdır sirke meselesinde.
Kadın ve erkek öyle bir noktaya gelir ki niçin sirke ve limon diye tutturduklarını bile unuturlar.

Yazının Devamını Oku

Erkek korsesi mi?

16 Ağustos 2011
Müjdeler olsun sevgili yarım dünya göbekli Habitus okuru erkekler.

“Erkek korsesi” Manx, piyasaya çıkıyor. Bundan böyle göbeklerinizi bu korseler sayesinde saklayabilecek, bir Hugh Jackman baklavalığında olmasa da nispeten ayaklarınızı görmenize mani olan şişkinliği düzeltme imkanı bulabileceksiniz.
Hugh Jackman baklavası demişken; diyorum ki şu Manx’lerin baklavalıları da çıksa.
Her nasıl içi dolgulu sutyenlerle kadınlar “meme görüntüsü” yapabiliyorsa baklavalı korseler de karın kasları bulunmayan erkeklere şahane bir çare olabilir. 
Yalnız “terletiyor” diye saat bile takmayan erkeklere hangi kuvvet korse taktırır, işte onu bilemiyorum.
İnce topuklar üzerinde sirk gösterisine çıkar gibi yürüyen, ortopedik sorunlar yaşama pahasına topukludan vazgeçmeyen, güzel görünmek için iç organlarının yer değiştirmesine sebep olacak kadar sıkı korse giyip bu sıcaklarda bile gıkını çıkarmayan kadınlar gibi olabilir mi erkekler?
Bu işkenceye dayanırlar mı? Pek sanmıyorum.
Kadın giyimi güzel bir figür yaratma, “ideal” kadın bedenine ulaşma gibi amaçlar edinmişken, erkek giyimi ise tamamen rahatlık, işlevsellik ekseninde seyreder. 

Yazının Devamını Oku

Yolun açık olsun Arda

13 Ağustos 2011
Arda Turan, Atletico Madrid’e transferiyle ilgili “Bu deneyimi yaşamak istiyorum, ondan gidiyorum” diyor ama hepimiz biliyoruz ki işin başka tarafları da var... Arda sadece çok yetenekli ve çalışkan bir adam değil.

Bu iki meziyetin yanı sıra bir yıldız futbolcu, hatta futbolcuyu geçeyim, bir insanda bulunması zor olan “iyilik, dürüstlük, mertlik, ayakları yere basma” gibi özelliklerden oluşan kombinasyonu bünyesinde barındırıyor.
Hikâyeyi duymuşsunuzdur, Romanya’da, alkollü bir halde kampa giden ve hayatları boyunca milli takımdan men cezası alıp yeteneklerini heba eden Tamas ve Mutu’yu...
İşte, Arda neredeyse onların göreceği muameleyi gördü çoğu zaman Türkiye’de. Sakatlandı “Sekstendir seksten” denildi.
Kız arkadaşıyla rahat rahat film izlemek için sinema kapattı “Şımardı, gösteriş budalası oldu” lafları edildi.
“Yıpratma vakası” bol Arda’nın futbol geçmişinde, biliyorsunuz.
“Özel hayat” meselesine gelince... Sorun, kız arkadaşı Sinem Kobal’la magazine konu olması değil, ne şekilde konu olduğuydu aslında...
Peşlerinin hiç bırakılmayacağına, hiç nefes alamayacağına ve gerçek anlamda mutlu olamayacağına inandı.

Yazının Devamını Oku

Sıradanlaşmanın hikâyesi

12 Ağustos 2011
Efendim, insanoğlu dediğin şöyle bir varlık: Bir şeye sahip olmak ister, pek bir heyecanlanır ama sahip olunca elindeki hızla sıradanlaşır.

Bu her konuda böyledir, ilişkilerden tutun da sahip olduğunuz eşyaya kadar.
Hayal kurarız, sahip oluruz, sıradan buluruz, unuturuz, sistem bu.
Unutmasak da bir anda kendimizi bir zaman bizim için hayal olan bir konuya “günlük, sıradan bir durum işte!” muamelesi yaparken buluruz.
Kaç kadın bugüne kadar “Hımm, demek heyecanın-özenin-romantik hallerin beni elde edinceye kadardı haaaa!” demiştir bir düşünsenize.
Ya da kaçı vitrinde görüp aşık olduğu ayakkabıyı kullanıp, kısa süre sonra bir kutuya koyup dolabının derinliklerinde kaybetmiştir.
Diyorum ya ilişkiden sahip olduğumuz eşyalara, günlük alışkanlıklardan işe-güce kadar sistem bu.
Buyurunuz işte, dün başlayan yağmuru düşünün mesela.

Yazının Devamını Oku

Teknolojinin çürüttükleri

11 Ağustos 2011
Evvelki gün Günaydın yazarı Öncel Öziçer boşanma esnasında eşinin uygunsuz videolarını duruşmada “kanıt” olarak sunan bir adamdan bahsediyordu ve “Teknoloji ilerledikçe insanoğlunun başka hangi değerleri çürüyecek bakalım” diyordu. Haklı, hatta bunu “İnsanoğlunun çürümedik yeri kalacak mı?” diye sormak lazım aslında.
Metroda etek altı resimleri, yatak görüntülerinin gizlice kayda alınması gibi meseleler bir yana, benim beynim çürüdü, içim çürüdü biliyor musun, sevgili internet ve teknoloji diyetine ihtiyaç duyan Habitus okuru. 1999 yılına dönüp, -sadece konuşma ve SMS imkanı sunan o renkli kapaklı Nokia’lar zamanına hani- “Nokia şarjı olan var mı?” diye bağırmak geliyor içimden.
Tamam, teknolojinin ve mobil hayatın iyi yönleri şahane, günlük yaşantıya pek yardımcı fakat bizdeki “teknolojisizlik özlemi”, nostalji aşkımızdan kaynaklanmıyor.
Sadece değer çürümesi değil, beyin çürümesi, muhabbet çürümesi gibi hadiseler de yaşanıyor.
Mesela kalabalık bir arkadaş ortamında bir noktada herkesin telefonlarına, Twitter’ına bakmadığı, elinde dikkatini dağıtacak bir alet olmadığı için muhabbetin hiç bölünmediği, herkes kendi telefonuna daldığı için uzun sessizliklerin yaşanmadığı zamanları çok özledim.
Eskiden fazla kitap okuyunca şöyle bir içim bulanırdı, göz bebeklerim Times New Roman fontuna döner, hayata devam etmek için gözlerimi şöyle bir uzaklara sabitlemem, çevreme bakınıp üç boyutlu hayata yeniden adapte olmam gerekirdi.
Şimdi bunlara bir de “internet sarhoşluğu” eklendi.
Uzun zaman haber sitelerine girip bir de üstüne sosyal medya dünyasında gezinince fenalaşıyorum. Tekrar kendime gelmem için kafamı soğuk suya sokmam, alnıma buzlarla kompres yapmam gerekiyor.
Resmen beynimin çürüdüğünü hissediyorum.

Arada kaldık!

Teknolojisiz zamanları özlüyoruz ve bunun nostaljiyle bir ilgisi yok.
İşte buyurunuz bir özlem daha: Akşamları telefon çevirmenin “ayıp” sayıldığı, çok önemli bir hadise yoksa kimsenin kimseyi pek aramadığı zamanlar...
Hatırlarsınız, birini arayacağımız zaman elli kere düşünür, çok lazım değilse ertesi günü beklerdik.
Gece telefon çaldığı zaman ev ahalisi panik halinde, geceliklerini uçura uçura telefona koşardı.
Şimdi sabah erken ve gece geç saatte hiç arayanınız yoksa bile bankalar ve zincir mağazalar rahat bırakmıyor.
Teknolojinin nispeten sınırlı olduğu bir hayatı tatmış olan bizler herhalde dijital dünya içine doğmuş insanlar kadar benimseyemeyeceğiz bu yeni dünyayı.
Teknolojiyi sevsek de bizi durmadan “çürüttüğünü” hissedeceğiz.
Onunla olan alakamızı “az çürüme” ayarına getirme gayreti içine gireceğiz. İnterneti, telefonu bir kenara bırakıp nefes almayı hep isteyeceğiz.
İnsanlık tarihi bizim kadar “arada kalmış” bir nesil görmemiştir herhalde...

Neden olmasın?

Biliyorsunuz voleybolcu Nurcan İbrahimoğlu bir İETT otobüsünde saldırıya uğradı. Nurcan, bu olayı cep telefonuyla kaydetmiş olsaydı, kendisine yumruk atan adamı bulmak daha kolay olmaz mıydı?
Ya da sokak tacizine uğrayanlar canlarını tehlikeye atmayacak şekilde olayı kaydetse/tacizcinin fotoğrafını çekse, şikayet durumunda bu kayıtlar işi kolaylaştırmaz mıydı? Mobil teknoloji, böyle durumlarda hayat bile kurtarır, bunu kulağa küpe yapmak lazım.
Yazının Devamını Oku

Dizi izleme rehberi

10 Ağustos 2011
Yeni diziler başladı, malum. Hangilerinin uzun ömürlü olacağı, hangilerinin ekrana elveda diyecekleri kısa bir süre içinde belli olacak.

Şimdi, sanmayınız ki bu yazıda, akşamları dizilere kilitlenen siz sevgili Habitus okurlarına dizilerle ilgili tek tek bilgi verecek, hangisinde ne oluyor, hangi oyuncu hangi rolde, tek tek anlatacağım.
Bu bir “genel adaptasyon yazısıdır” efendim. Bir diziye saracaksanız eğer, söylediklerimi dinlemeden ekran başına oturmamanızı öneririm.
- Farklı bir zaman birimi kullanın: Şimdi bir gün 24 saatten oluşuyor, bir saat ise 60 dakikadan değil mi? Dizi izlerken günlerinizin 72 saatten, bir saatin ise 90 dakikadan oluştuğunu varsayarak hareket edin.
Her şeyi yavaş yavaş, sindire sindire yaşayın.
Bir diyalog esnasında herkesin birbirinin suratına kös kös dakikalarca baktığı, mimiklerle iletişim kurulan bir dünyada yaşadığınız farz edin.
Böylece diziler çok daha gerçekçi gelecektir.
- Referans noktası belirlemeyin: İzlediğiniz dizi, Türk edebiyatından seçme bir hikayeyi anlatıyor ya da bir Amerikan dizisinin Türkiye versiyonu olabilir.

Yazının Devamını Oku

Kötüyü dilemek

9 Ağustos 2011
Yeşim Salkım canımı yakan her kadın için şunu diledim “Umarım bir gün evlenir, evlat sahibi olur ve aldatılır” diyor.

Ardından da ekliyor: “Cennet, cehennem hepsi bu dünyada ve herkes ektiğini biçiyor.”
Kötülük yapan bir adamın arkasından kötülük dilemek, başına tatsız bir hadise gelince de “Bak ben demiştim, zaten dilemiştim, kötülük yapan kötülük bulur” demek niyedir? Adaleti biz mi dağıtıyoruz?
Dileklerimiz “emir” ya, başımıza iş açan adamın ileride başına iş açıldığında bunun sebebinin bize yapılan kötülükler olduğuna eminiz adeta.
Peki sorarım sana sevgili adalet duygusu sahibi Habitus okuru, kimin başına kötülük geleceğini, hayat karartan sahtekârlıkların bedelini nasıl ödeyeceğini biz mi belirliyoruz?
“Cennet ve cehennem bu dünyada” diyor Salkım, biz mi karar veriyoruz kimin ne yaşayacağına?
“Eden bulur”a inanmak güzeldir, yapılan kötülüğün yerde kalmayacağını düşünmek insanı rahatlatır, hafifletir ama...
“Bana zarar veren bütün kadınların aldatılmasını diledim” biraz fazla değil mi, sorarım sana...

Çok sıkıldım!

Yazının Devamını Oku

Bırakmak...

6 Ağustos 2011
Bilmem fark ettiniz mi, son zamanlarda ne çok insan mesleğini bırakıyor...

Şimdi de Teoman. Web sitesine yazdığı yazıda “hayal kırıklığını” anlatıyor özetle.
Bırakmak, bir meseleye dair inancının bittiğini gösterir bana kalırsa.
Karşısında savaştığın konuların, dile getirmeye çalıştığın sıkıntıların çözülmeyeceğine dair inancın sağlamlaştıysa, yaptığın işe inancın kalmadıysa bırakırsın.
“Aklın yolu birdir” dediğin bir meselenin etrafta kalabalıklar göremediğinde, herkes kabuğuna çekildiğinde bırakırsın.
Söylediğin sözün hiçbir yere gitmediğini bildiğinde ve hissettiğinde bırakırsın.
Gerçeklik sandığın dünyanın aslında kendi yarattığın bir hayal dünyası olduğunu fark ettiğinde bırakırsın.
Sahi ya, ne büyük bir hayal kırıklığıdır bu...

Yazının Devamını Oku