31 Ağustos 2011
Aman korkmayın, “Nerede o eski bayramlar?” demeyeceğim sevgili tatil sarhoşu Habitus okuru. Ha, o bayramların nerede olduğunu merak edenlere de söyleyeyim, şu anda kendileri Çeşme ve Bodrum sahillerinde güneşlenmekteler. Umarım bayramın, -daha doğrusu 9 günlük tatilin- iyi geçiyordur sevgili tatile gidip yorularak dönmeyi başaran Habitus okuru.
Şimdi efendim, ben şunu anlamıyorum. Muhterem İstanbullular, bayram tatilini uzun bilip, cuma günü saat gece yarısını gösterirken ya da cumartesi günü sabah 6 civarı arabalarına doluşup yollara döküldüler. Uçakla gidecek olanlar zaten neredeyse geçen seneden biletleri tüketmişti. Sabah 4, gece 2, uçuş saati hiç önemli değildi. Allah aşkına, Gece 12’de ya da sabah 6’da yola çıktığın tatil, tatil midir, sorarım size. Madem bu bir tatil, gerinerek öğlen uyan, ne zaman yola çıkacaksan çık, zaman kavramını unut, keyfine bak, değil mi?
Ama yoook, şehirli insan dediğin bunu yapmaz. Tatil, Çeşme’ye, Bodrum’a ayak bastığın anda başlar. Ondan öncesi, yol, angaryadır. O zaman dilimi hemen atlatılmalı, gidilecek yere bir an once varılmalıdır.
Halbuki uçak yolculuğundaki ?mesela- o bir saatlik mecburi mahkumiyet, ne güzel “kafa tatili”dir, bir bilseniz... Veya saat endişesi duymadan kalktığın anda hissettiklerin, o uyanış, yirmi beş günlük tatile bedeldir...
Ama bunu görmezden gelir şehir insanı. İlla hedefe varacak, tatilini orada başlatacaktır.
Hoş, tatile vardığın zaman da İstanbul’daki trafikten farklı bir sahne beklememektedir aslında... Dinlenmeye gitmişsindir ama biraz yorulacaksındır. Çünkü ısrarrrla ama ısrarrrrrrla Çeşme ve Bodrum’a gidiyorsan, “iyi tatil” için “iyi strateji” de gerekmektedir.
Mesela şezlong kapmak için erken kalkacaksındır, plaja erken gitmen, havluyu koyman lazımdır.
En iyi yeri bulmak için enerji harcayacaksındır. Geceleri sokaklarda yürüyebilmek için evliya sabrına sahipmişsin gibi davranacaksındır...
Aksi olmamak, yorulmamak için kendi düşüncelerini duymayacak, kulaklarını kapatacak, “tatildeyim ben lay laaaay” diye kendini kandıracaksındır. “Tatil zamanından yememek için...”
“Yetmedi tatil” dememek için
Bana kalırsa şu Bodrum-Çeşme halleri, aslında İstabul’un hafta sonlarının güneye taşınmış şekli. Memnun olan da var, olmayan da elbette ama ben sana bir şey söyleyeyim mi huzur peşinde koşan Habitus okuru.
Öncelikle kendimi bir öveyim. Şimdi herkesler memleketine ziyarete döndü, memleketine gitmeyenler akın akın güneye indi, İstanbul nasıl boş, bir görseniz...
Hayatımda hiçbir zaman ?tabii eğer saat sabahın 4’ü filan değilse- Boğaziçi Köprüsü’ndeki tek araba olmadım. Ve bu bahsettiğim an, hafta içi en civcivli saat olan 20.00 idi...
Şimdi tamam, şehirde kalmak “en mükemmel tatil planı” olmayabilir, elbette uzun tatile ve balayına gidemediğim için sizi kıskanıyorum, şunun şurasında 3 gün verdiğim ara ile idare ediyorum ama size şu önerileri vermekten kendimi alamıyorum: Eminim birçoğunuz güneyden, o uzun tatilinizden dönerken tatil yapmamış gibi hissedeceksiniz kendinizi. Şimdiden bunun önlemini alın derim.
Biiiiiir, günleri saymayın, ikiiiiii, kalabalığa sinirlenmeyin, üüüüüç şişenin dibini görmeyin ve dööööört, hepsinden de önemlisi, “her şeyi yapmalıyım” hissinden kendinizi kurtarın.
Bırakın kendinizi, plan yapmayın, yatın, uyuyun, yuvarlanın, uyuyun, sonra bir daha yuvarlanın; kah yatağınızda kah kumlarda...
Ben bu bayramda buradayım efendim, sizleri hasretle beklerim. Hepinize iyi bayramlar dilerim...
Yazının Devamını Oku 30 Ağustos 2011
Dün haberini aldınız, Kelebek’in özel “Bayram röportajları” başlıyor. Bu özel röportaj serisi için ben de “İffet” dizisinin oyuncuları İbrahim Çelikkol ve Deniz Çakır ile buluştum, pek yakında konuştuklarımızı okuyacaksınız. “İffet”, her ne kadar “malum sahne” ile akıllara kazınmış olsa da hem toplumla ilgili yaptığı tespitler, hem de “kült film” özelliğini taşımasından ötürü Türk sinema tarihi açısından çok önemli yapımlardan biri.
Hal böyleyken, “İffet”i dizi haline getirmek her açıdan iyi bir fikirdi, Star’ı tebrik etmek lazım, eminim çok izlenecektir.
“İffet” ile ilgili olarak bizi şaşırtmayacak bir konu da o malum sahneyle ilgili çıkacak haberler. Her nasıl “Fatmagül’ün Suçu ne?” dizisi başladığında dört bir yanımız “İşteeeeee oooo sahneeee!!” haberleriyle sarıldı, bir benzerinin de “İffet” için olacağını öngörmemek Türkiye’deki magazini hiç tanımamak demek.
Hal böyle iken, Deniz Çakır’ın, bu rolü oynamayı kabul ettiğinde, bu tip haberlerin çıkacağını öngördüğünü düşünüyorum.
Bir filmde, dizide, sevişme ya da tecavüz sahnesi olduğunda, ne yazık ki yapımla ilgili diğer “haber”ler sönük kalıyor. Kadın bedeni ve cinsellik üzerine kurulu ve ne yazık ki çoğu zaman muhatabını yaralayan bir anlayış hüküm sürerken, bir yandan da aynen “İffet”te anlatıldığı gibi kadın üzerinden “namus” kavramının belirlendiği bir toplum içinde yaşıyoruz.
Yani olayın kendisi paradoks.
“Tehlikeli” roller üstlenen oyuncuların, “yaralayıcı haber” çıkma durumunda hem kendi psikolojilerini korumak, kariyerlerini kollamak ve kendilerini savunmak için almaları gereken bir tavır, bir duruş var şüphesiz.
“İffet”in ayıbı!
Aksilik bu ya, röportaj yapacağımız gün, malum sahneyle ilgili tatsız bir haber çıktı. Bu arada, röportaj yapacağımız ve bunun Hürriyet Kelebek’in özel bayram röportajı olacağı günler önceden belliydi ve oyunculara da bildirilmişti.
Sözleştiğimiz gibi 14.00’te, henüz bir sahne yeni çekilmeye başlıyordu, yardımcı yönetmen “Sahneyi bölemeyiz, ancak bir buçuk saat sonra yapabiliriz” dediğinde, hem yönetmen Faruk Teber’in hassasiyetini, hem de zorlu set koşullarını bildiğimiz için Sinan Özbalkan ile oturup bekledik.
Bir buçuk saatin sonunda ne oldu dersiniz?
Deniz Çakır, aksi bir tavır ile röportaj yapmayacağını söyledi. Fakat yardımcı yönetmen “Bekleyin, yapacak” dedi, Deniz’in kötü muamelesini, işimize olan saygımızdan ötürü görmezden gelmeye gayret ederek beklemeye karar verdik. Bu arada Deniz, etrafta dolanıyor, kimi zaman onu bir yerlerde otururken görüyoruz, yokmuşuz gibi davranıyor, “tavır” yapıyor yani.
Yapım şirketinin ricası ve ısrarıyla “lütfen” röportaj yapmayı kabul ettiğinde saat 17.00’yi gösteriyordu.
Deniz ile nihayet yan yana gelebildiğimizde “Başkasına sinirlendiğim için şu anda sizden çıkarıyor olabilirim, özür dilerim” dedi, ben de “Evet, öyle yapıyorsunuz, fakat sizi anlıyorum” diye cevap verdim.
Lakin dilenen özür ve neye sinirlendiğini anlıyor olmam, sapla samanı karıştırdığını ve sette bize reva gördüğü çirkin muameleyi değiştirmiyor.
Sonuç: 3 kişi oturduk, derin bir nefes aldık, tatsızlıkları geride bırakmaya gayret ettik ve sohbetimize başladık. Gerile gerile bir hal olacağız diye düşündüm ama korktuğum olmadı, son 3 saatin aksine “bayram şekeri” kıvamına geldik.
İşte bu röportajı okuyacaksınız efendim, bekleyiniz...
Yazının Devamını Oku 27 Ağustos 2011
Şu sıralar aklımı yitirmişçesine “özlüyorum” sevgili nostalji bağımlısı Habitus okuru.
Eski İstanbul hikayeleri okuyorum, sahaflardan çıkmıyorum, eski dergiler, kitaplar ve toz-toprakla evime dönüyor, sonra büyük bir iştahla satın aldıklarımı karıştırıyorum. Abdülhak Şinasi Hisar en yakın arkadaşım oldu, öyle söyleyeyim. “Neyi özlüyorsun?” diyeceksiniz.
Öncelikle, topyekûn geçmişi özlüyorum. Geçmişteki insan ilişkilerini özlüyorum, kafamızın daha az karışık olduğu zamanları özlüyorum. “Bilgi”nin zor ulaşıldığı, zor ulaşıldığı nispette değerli olduğu, ilişkilerin farklı yaşandığı, insanların birbirine başka gözlerle baktığı, daha az kalabalık şehrimi özlüyorum.
Kızmayın ama bazen internetsizliği özlüyorum. Yavaşlığı, mahremiyeti özlüyorum. Mahrumiyetin yarattığı açlığı özlüyorum.Özlediklerim sadece bu kadar değil. Daha da ileriye, daha doğrusu henüz doğmamış olduğum daha eski yıllara gidiyor, yaşamadığım zamanları bile özlüyorum. “Sen iyice teyzeleştin Habitus! Yaşamadığın zamanları nasıl özlersin? Şimdi ‘nerede o eski bayramlar’ da de bari tam olsun” dediğinizi duyar gibiyim. Demeyiniz efendim. Bayram gelsin hele bir, o zaman dersiniz, ah hah haay.
Aslına bakarsanız bir insanın yaşamadığı zamanların bu kadar özlemesi, biraz hayal kurmaktan ileri geliyor. Eski zamanları okuyor, vaktin zorluklarından bahsetmeyen süslü hikayeleri dinliyor ve kafanızda “Ne huzurlu, ne mükemmelmiş” diye kuruyorsunuz.
Yazının Devamını Oku 26 Ağustos 2011
Üç günlük aradan sonra tekrar merhaba sevgili kavuşmak için sabırsızlanan Habitus okuru.
“Tatilimsi günlerin nasıl geçti?” diyecek olursan, “İlk günden itibaren geriye saymakla geçti” derim. Sürekli aklımda yazılacak yazılar, konular fır döndü. Dedim ki, Hay Melike, senin alacağın tatil bu muydu. Madem yazı düşünecektin niye tatil aldın.
Özetle, şu üç gün, kah gökyüzüne, kah evdeki duvara boş boş bakarak, bunun dışında da gözlerim kan çanağına dönene kadar kitap okuyarak geçti. Laf olsun diye söylemiyorum, bakınız, insan hayatın koşturmacası içine kitap okuma eylemini dahil etmediği zaman, o dünya ile bağları kolaylıkla incelebiliyormuş, ben bunu gördüm. Adeta okumaya, daha doğrusu aklımda tilkiler dolanmadan, dikkatim dağılmadan okumaya acıkmışım.
O yüzden gözlerim “yeter” deyinceye kadar okudum. Okuduklarımdan da bahsedeceğim elbette; fakat hayata kaldığımız yerden devam etmeden önce son yazımdaki bir hesabı kapatmam lazım.
Şimdi efendim geçen hafta magazinci arkadaşlar Onur Gülmek’e “Nazlı ile evlilik düşünüyor musunuz” diye sordu ve kendisi de “Böyle iyi” cevabını verdi ya...
Hani ben de bunun üzerine kendisine “Pees, pes” dedim ve kınadım ya.
Bir sonraki gün Nazlı ile görüştük ve işte bugün, bu görüşmemizden bahsedeceğim size. Nazlı diyor ki: “Muhabir arkadaşlar böyle bir soru sordu, Onur “Zamanı geldiğinde olacak, böyle bir şey henüz konuşmadık” gibi bir cevap verince ben de işi şakaya vurup “Aaa nasıl yani?” deme gafletinde bulundum. Şöyle söyleyeyim, kameralar önünde şaka yapılmaması gerektiğini ertesi gün gazeteyi açınca anladım.”
İşin özeti Nazlı, henüz kameralar karşısında bir Gülben Ergen profesyonelliğine sahip değil. Şakanın yanlış anlaşılabileceğini hesaba katmamış. “Nee, demek böyle iyi ha” sözü birden kendisine “Sevgilisinin evliliği düşünmediği evlilik meraklısı genç kızın hayal kırıklığı” olarak geri dönmüş.
Yazının Devamını Oku 20 Ağustos 2011
İnsanı en çok hayal kırıklığına uğratan an nedir biliyor musunuz?
Kafanda, tamamen kendi hayal dünyanda yaşadığını fark ettiğin o dakika.
Mesela, bir ilişki yaşarsın, sen “Hah hah haay, adeta aşk içinde yuvarlanıyoruz, birbirimize kirpiklerimizi kırpıştırarak bakıyoruz, sonsuza kadar birbirimizle olmak istiyoruz” hisleriyle dolup taşarken bir anda karşındakinin düşüncelerini öğrenirsin tesadüfen.
“Valla ben evlenmeyi düşünmüyorum ama çok çocuk istiyorum, belki ileride bir taşıyıcı anne bulurum” filan der, bir anda attan düşmüşe dönersin.
“Benim hissettiğim huzur, mutluluk meğer kafamın içinde yarattığım tatlı bir hayalmiş” dersin.
Karşındakinin seninle olan hislerini mikrofon uzatılınca öğrenmek de fena iş. Önceki gün “Evlilik düşünüyor musunuz” sorusuna “Böyle iyi” yanıtını veren Onur Gülmek’e bakın mesela. Kendisine müsaadenizle “Peees, pes!” demek istiyorum. Kız arkadaşı Nazlı da, “Ne demek böyle iyi??!?” diyerek şaşkınlığını belirtti, son derece haklı olarak.
Bu konuyla ilgili söyleyecek üç şeyim var:
Biiiir, evliliği düşünmüyorsan bile bu böyle mi söylenir be arkadaş?
Yazının Devamını Oku 19 Ağustos 2011
Yaz geldi, slip mayolu erkekler sardı plajları sevgili kendine yakışanı giymesini bilen Habitus okuru. Gelin bugün biraz “erkek bikinisi” konuşalım.
“Mayonun tarihi”ne bakacak olursak, en az değişiklik göstermiş olanı erkek mayosudur herhalde. Aslında “erkek mayosu” değil, “erkek bikinisi”nden bahsetmek lazım.
“Erkek bikinisi”ne gelince; neticede ya şorttur ya slip, öyle alengirli şekilli olanlarını pek göremezsiniz.
İnanmazsanız 1900’lerden başlayın 100 yıl içinde çekilmiş ve her döneme ait mayolara bir bakın. Arada pek az fark göreceksiniz.
Yani Atatürk’ün Florya Plajı’nda çekilmiş fotoğrafını alınız 70’lere götürünüz, yadırgamazsınız. 60’lardaki enteresan desenleri alınız bugüne getiriniz, en fazla “Ay ne orijinal mayo” derler. Erkeklerde mayokiniydi, tangaydı, parçalı-yamalı-bölmeliydi, öyle ilginçlikler yoktur.
Mayonun şekli pek az değişmiş, değişimin en büyük sebeplerinden biri de “yüzme hızı”. Yani erkek mayosunun şeklinin değişmesi, paçalarının kısalıp kasıklarının oyulması, mini mini bir slip haline gelmesi yüzme sporuyla bağlantılı.
Bakınız Kelly Killoren Bensimon’un yazdığı “The Bikini Book”ta şu bilgiler veriliyor: 50’lerin başında bir Avustralya markası olan Speedo, nispeten atalarına göre hayli küçük tek parça donsu mayolar üretmeye başlamış. 70’lerde ise Lycra’nın keşfiyle beraber slip modelin ebatları daha da küçültülerek o güne kadar üretilmiş, yüzücüye en çok hız veren, dolayısıyla en mini mini erkek mayosu piyasadaymış. Önce Avrupa, sonra Amerika kıtası, bu modaya hemen uyum sağlamış.
Sonra da bir daha bu mal beyanı mayolarından kurtulamamışız...
Özpetek: Olmamış!
Yazının Devamını Oku 18 Ağustos 2011
Financial Times gazetesinden Lucy Kellaway, tatil kavramının artık eskisinden farklı olduğu gerçeğinden yola çıkarak “worliday” kelimesini ortaya atmış.
Yani işgünü anlamına gelen “workday” ile tatil anlamına gelen “holiday” kelimesinin birleşimi.
Türkçeye “tatiş” ya da “tatiş günü” olarak çevirmek mümkün.
Zaten, akıllı telefonlar hayatımıza gireliberi, tatilde işten kaçmak mümkün değil biliyorsunuz.
“İşimde akıllı telefon, özel hayatımda normal telefon kullanayım” gibi bir seçenek de olmadığına göre, yapacak bir şey kalmıyor. Daha doğrusu, eğer akıllı telefon kullanıyorsanız, sahip olduğunuz diğer “normal telefon”, tatilde işten kaçmak için kullanılamıyor.
Kelleway, böyle “işimsi tatil”in daha verimli olduğunu söylüyor. Plajda dizüstü bilgisayarlarıyla ofis bağlantısını koparmayan işadamlarının, böylece “Acaba işte neler oluyor?” diye endişelenmedikleri için akılları kalmadan rahat ve huzurlu bir tatil geçireceklerini söylüyor.
Aslına bakarsanız bu yönden değil de, “çalış-ödül kazan” mantığıyla tatile çıkıldığında alınan zevk artırılabilir. Şöyle ki, mesela tatilde sabah uyanıyorsunuz. Diyorsunuz ki “Ben iki saat çalışacağım, işlerimi bitireceğim, tatil moduna öyle gireceğim.”
İşte, bu biçimde, aylaklık yaparak başladığınız bir güne nazaran alınan zevk, ikiye katlanıyor. Yani, yapılacak bir iş olduğunda, tatilin zevki daha çok çıkıyor. Bir nevi “değer artırma yöntemi” yani.
Yazının Devamını Oku