Bir yıkım yaşandığında makarayı geri sarmamız, hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam etmemiz bekleniyor, farkında mısınız?
Olandan ders çıkarmak, neden-sonuç ilişkisi kurmak, strateji değiştirmek, yeni koşullara adapte olmak yok. Belirli bir zamana sabitleneceksin ve başına ne gelirse gelsin o zamana geri döneceksin. Başına gelebilecekleri, tehlikeyi reddedeceksin.
Deprem olacak, evler yıkılacak, sen yıkılmamış, az çatlaklı evine girip oturacaksın.
Görmeyeceksin o çatlakları. “Yok bir şey” deyip geçeceksin. Hele binanda görünürde bir şey yoksa, kontrol ettirmeyeceksin bile. Sonra bir sonraki depremde ev üstüne çökecek.
Sadece depremle ilgili değil konu.
Mesela yolda feci bir kaza olacak. Hem kazanın olduğu, hem de aksi şeritte giden araçlar sırf meraktan kaza yerinde yavaşlayacak, duracak, trafiği kilitleyecek.
Adam merakını giderip yoluna devam ettiğinde, ilk fırsatta alkollü araç kullanacak, hatlı sollayacak, canavarlaşacak... O baktığı kazayı bünyesi reddedecek.
Burası Van. Burası, yuvalarından olmuş bir dolu insanın memleketi.
“Ay bıktım nerede bu eski bayramlar lafından!” demeden önce dur bir düşün. Neredeler sahi?
Biliyor musunuz, aslında tüm “eski tip bayramlar” hepimizin içinde bir yerlerde duruyor, bir yere gitmiş değil. Fakat koşullar itibariyle, içimizden dışarı çıkmaya korkuyor. Çünkü onu eskisi gibi yaşamamıza mani olan bazı durumlar var:
? Mesela, bayram ziyaretlerinde cep telefonu en büyük sorun. Salonda topluca oturulduğunda, o ilk “Nasılsınız, iyiyim ya siz, hamdolsun yuvarlanıp gidiyoruz işte” cümlesinden sonra herkesin kilitlendiği bir sessizlik anı var ya. İşte o sessizlik artık daha fazla yaşanıyor.
Çünkü artık herkesin bir cep telefonu var! Ve lafı tükenen, daralan, sıkılan hoooop hemen o telefona sarılıveriyor. Hesapta bayram ziyareti, herkesin kucağında bir telefon. Kafalar eğilmiş, oturur pozisyonda beş dakikalık saygı duruşu pozisyonu almış önümüze bakıyoruz. Bundan böyle öneriyorum, evlerimizin girişine bir “cep telefonu sepeti” asalım. Her nasıl evlere girerken ayakkabılarımızı çıkarıyorsak, cep telefonlarını da bu sepete atıp öyle girelim. Bayram ziyaretinde cep telefonuna son!
? Bayramda yaşanan o “herkes tatile gitti, şehir rahatladı” cümlesi var ya. Yalan. Bayramın ilk günü Boğaziçi Köprüsü’nden Asya’dan Avrupa’ya geçmek isteyenler çıldırdı. “Buranın açılacağı yok, Fatih Sultan Mehmet köprüsüne sapayım bari” diyenlerden hâlâ haber alınamıyor. Sanırım sıkıntıdan paralel evrene geçiş yaptılar.
? Artık “Bayramın 1. Günü büyükleri ziyaret etme telaşı pek yok. Zaten telaş edecek bir durum da yok, zira “Bayramda 5 gün Prag-Viyana-Budapeşte” olunca bayrammış, seyranmış, kimin umrunda, değil mi efendim.
Nefes almadan çalışan bünyeler her fırsatı tatil yapmak için kullanıyor biliyorum ama bu da ne yazık ki, eski bayramların havasını öldüren bir durum. Ninen elini öp diye seni bekliyor, sen Prag’da şato geziyorsun arkadaşım.
“İçten” kelimesinin içi boşaldı
Kimi erkekler, içinde yaşadıkları kalabalığı “insanlar” değil “kadınlar ve erkekler” olarak görür. Hem iş hem de sosyal hayatları gereği kadınlarla iletişim kurarken, yüzüne pis bir gülümseme kondurur. Erkekler hayatın kendisi, kadınlar da sos malzemesidir ya hani onlara göre, işte o yüzden sizi hep sırıtarak dinlerler.
Sakızlılar: Sürekli sakız çiğneyen adamı görünce kaçacaksın. Bu arkadaşlar pek hareketlidirler. “N’aber?” sorusuna her zaman bir göz kırpma eşlik eder. O göz gün boyunca belki elli, belki altmış kere kırpılır. Cümle kurduktan sonra göz kırpmasa, bir şeyler eksik kalır. Onlar hayatı hafif yaşayan, rahat adamlardır.
“Tişört üstü fular” adamları: Yazın 40 derece sıcağında da, kışın buz gibi havasında da boyunlarına dolayacak bir çaput bulurlar. Yazın tercih ettikleri fularlar daha ziyade pamukluyken kışın akrilik, efendime söyleyeyim yün-kaşmir atkıları o meşhur bağlama tarzlarıyla kullanırlar. Gardırobunda ne kadar kıyafeti varsa, o kadar da atkısı-fuları vardır.
Fularlı adamın ensesini asla görmezsiniz. Gördüğünüz gün ise, üzerinde bir eksiklik, bir yanlışlık var gibi gelir. Hani gözlüklü bir insanı gözlüksüz olarak ilk gördüğünüz an vardır ya... İşte aynen öyle hissettirir.
Aşırı favorililer: Kimi genç arkadaşlar görüyorum ki, vaktiyle Tarık Akan ve Abraham Lincoln bile böyle favori bırakmamıştır. Sevgili erkekler, yanaklarınızı kaplayan favorilerden vazgeçiniz. Kimseye yakışmıyor, enteresan durmuyor, sadece göz yoruyor.
Ha ben çirkinleşmek istiyorum diyorsanız, o başka.
Ve kadınlar...
Durmadan övünenler: Geçmişiyle, ailesiyle, eğitimiyle, güzelliğiyle yaptığı işlerle durmadan övünen kadın kadar yoranı var mıdır, sorarım size.
Anlatayım.
Önce üstünüze bir kamyon geliyor hızla.
Durmayacağını anladığınızda kalbiniz daha hızlı atmaya başlıyor. Saniyeler içinde darbe anı geliyor... Darbeden sonra her şeyin biteceğini, duracağınızı, sakinleşeceğinizi sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz.
Çünkü hayat yavaşlıyor ve kabus devam ediyor. Kamyonla birlikte sürükleniyorsunuz, çığlıklar, ağlamalar duyuyorsunuz ve sonunda pis, ne olduğu belirsiz bir sessizliğin içine düşüyorsunuz...
Ardından ne olduğunun farkına varıyor, sakinleşmeye gayret ediyorsunuz. Titremenizi bastırmaya ve kalbinizin yerinden çıkacakmış gibi atmasına mani olmaya çalışıyorsunuz.
Sonra etrafınıza bakıyor, birilerinin zarar görüp görmediği konusunda endişeleniyorsunuz. Gördüğünüz manzaraya, olanlara inanamıyorsunuz. Ve hemen ardından gelen öfke patlaması...
Evvelki gün ‘Canımız Sokakta’ ekibiyle beraber İstanbul’daki sokak tacizini ve çözümlerini masaya yatırmak için Sabancı Üniversitesi’ndeki panel için yola çıktık.
“Bizim bilgimize başvuruldu”, “Biz yanlış yapmayız...”
Merak ediyorum, acaba Nihat Doğan’ın omuzlarında oturan küçük küçük Nihat Doğan’lar mı var?
Ya da “biz” derken, “Cinsel uzvum ve ben bu olaya karışmadık” mı demek istiyor?
Ayrıca kendisine teşekkür etmek istiyorum. (Pardon istiyoruz.) Çünkü kendisi, en alakasız hadisede bile “Biz kiiiiii, en çok bayrağına sahip çıkağğğn” kelimeleriyle başlayan cümleler kurmayı başarmıştır.
Bundan sonra, mesela, taksici para üstünü mü vermedi?
Hemen “Benim kadar bayrağına sahip çıkan bir insanın para üstünü nasıl vermezsin?” diyeceğim.
Vapura yetişmeye çalışırken görevli kapıları kapattı ve 10 saniye ile vapuru mu kaçırdım?
Bugün dedim ki, şöyle bir geri döneyim de, ben 13 yaşındayken çocuk aklımla yetişkinlik hayatına dair neler düşünüyordum, ne hayaller kuruyordum, ne yapıyordum, bir hatırlayayım.
Zorladım, zorladım, hatırlayamadım.
Hatırladığım tek şey neydi biliyor musunuz?
Yetişkin olmaya dair bir fikrim olmadığı...