5 lira olmuş patlıcan moru...

Kenardan köşeden çalıp çırpan, müşteri seçen, üçkağıtla insan bezdirenler yüzünden yoldan taksi çevirmek “şehirli insanın gireceği en büyük risklerden biri” sayılır artık...

Haberin Devamı

“Taksi” deyip geçiyoruz fakat esasında vaziyetimiz şu: Bir arabanın içinde tanımadığın bir adamla baş başasın. Adam otomobilini hizmet sunduğu bir araç olarak değil, “kalesi” olarak görüyor. Dilediğini yapmak ve söylemekte özgür ama sen değilsin.
Müşteri bile değilsin, onun aracına binen bir işgalcisin çoğu zaman.
Seni istediği yere istediği biçimde götürür, canı istemedi mi götürmez, sana hesap sorma hakkını her zaman kendinde görebilir...
Peki ne yapıyoruz? Can güvenliğini sağlamak, akıl sağlığımızı korumak, az sinirlenmek ve her an soyulma tehlikesiyle karşı karşıya kalmamak için -ne yapacan, taksiye binecen-mecbur” anlarında en yakın durağa koşuyoruz.
Tabii en “yoldan çevirmeyeceğim, duraktan bineceğim”ci müşteri bile eninde sonunda, yoldan rastgele çevirdiği bir taksiye binmek zorunda kalıyor.
İlla bir münasebetsizlikle, ayarsızlıkla, illa bir “söğüş anı” ile karşılaşıyor...
50 liralarla sık sık karıştırılan 5 liraların hakim rengi mor olarak değiştirildi biliyorsunuz.
“Ne sihirdir ne keramet, 50 lirayı 5 lira diye yutturmaktır marifet” mottosuyla meslek hayatlarını sürdüren taksiciler yasta.
Başınıza gelirse şaşırmayın: 5 lira olmuş PATLICAN MORU, hâlâ verdiğiniz 50 lirayı “5 lira verdin abla” diye geri uzatan hırsız -ve aynı zamanda zeka küpü- taksiciler sokaklarda turlamakta.
“Bu numara 5 lira ve 50 liralar aynı renkken geçerliydi, senin saksı çalışmıyor galiba, yeni numara bulmanın vaktidir” demekten veya eski güzel taktik “Polisi arayayım mı?” sorusunu sormaktan ve paranızın üstünü istemekten çekinmeyiniz.

Haberin Devamı

İnsanın omuzlarını düşüren anlar

Orta şeritten sakince gidiyorsunuz...
Bir araç arkanızdan hızla kısa farlarını yaka yaka yaklaşıyor...
Birkaç saniye içinde sizin bagaja yapışıyor. Dikiz aynasından baktığınızda adamın burun deliklerini bile seçecek durumdasınız...
Parmağınızın ucuyla frene dokunsanız arkanızdan çarpacak... Öyle yakınsınız, tampon tamponasınız...
Sinirleniyorsunuz ancak yapacak bir şey yok. Gaza basmak istemiyorsunuz, zaten hızlısınız. Fren de yapamazsınız...
Kulaklarınızdan yukarı doğru bir sıcaklık hissediyorsunuz. Yol vermiyorsunuz, çünkü yol vereceğiniz bir durum söz konusu değil.
Sahi ya, orta şeritte maksimum hız sınırına yakın giderken kime, niye yol verecekmişsiniz?
Aracın sürücüsü elbette dayanamıyor, yol vermeyeceğinizi anlıyor, muhtemelen kadın olduğunuzu görüyor, (zaten bir kadının trafikteki yegane görevinin başkalarına çile çektirmek olduğunu düşünüyor), size çok kızıyor, direksiyonu sağa kırıyor ve gaza basıp yanınızdan geçiyor...
Bu esnada siz de kulaklarınızdan yukarı sinir harbi içinde kavrulurken “Kimmiş bu eşkıya, dur şunun bir ağzının payını vereyim” diye başınızı sağa çevirecek oluyorsunuz ki...
Sürücü koltuğunda gencecik bir oğlan oturuyor...
Ne takip mesafesinden haberi var, ne 90 ile orta şeritten giden bir araca “selektör” yapılmayacağından...
Size kızmış, hatta kadın olduğunuzu dahi fark etmiş bile değil. O sadece orta şeritten 150 ile giderken önündeki araçların çekilmesi gerektiğini “düşünerek bulmuş” bir yurdum sürücüsü.
Eğitimsiz, sadece pratik becerisi var, yani otomobil kullanabiliyor.
Oğlana kızacak olsanız neye kızdığınızı anlamayacak... “Ne diyor bu yahu?” diyecek...
Sadece arabayı nasıl süreceğini öğrenmiş. Kanundan, kuraldan haberi yok...
“Bak çocum” diye lafa başlasanız “Dünya gaz ve toz bulutuydu” noktasına kadar geriye gitmeniz icap edecek...
İşte o araç yanınızdan geçerken ona hiçbir şey anlatamayacak olmanızdan, anlatsanız da anlamayacak olmasından ötürü hissettiğiniz içinizin şişme hali...
O yılgınlık...
Sizin de omuzlarınızı düşürmüyor mu?

Yazarın Tüm Yazıları