Paylaş
Bahar geliyor ya şimdi, klasik “1 haftada 8 kilo zayıflayın” ilaçları, iksirleri dolanıyor etrafta. Besin destekleri, haplar, çaylar...
Genellikle ergenlik yaşındaki gençlerin en büyük tehlike altında oldukları söyleniyor fakat ergenlerden daha zorlu bir grup var: Plaza kadınları!
Üstelik yaşları 30’un üzerinde, kendi kararlarını kendileri veren yetişkin ve donanımlı insanlar oldukları için verdikleri kararlar akıl dışı olsa da fikirlerini değiştirmeniz çok zor. “Yalvarırım şu iğrenç çayı/hapı/iksiri kullanma” diye ayaklarına kapandığım, ilaç satan sahtekarın ofisine gitmesin diye arabasının önüne yattığım plaza kadını sayısı her geçen yıl artıyor.
En “masum” olanı bile “Bir hafta sürecek detoksa başladım, sırf yeşil sebze suyu içip badem yiyeceğim” diyor ve iyi bir iş yaptığını sanıyor. Pek çok kadın bu hızlı başlangıçları yaza kadar sürecek olan “esas” diyetinin motive edici başlangıç noktası olarak görüyor ve son derece kararlı olarak başlıyorlar.
Tabii hiç karbonhidrat almadıkları, vücutları için gerekli besinlerden yoksun kaldıkları için kısa zamanda Angry Birds karakterine benzeyen, sağa sola bağıran solgun ve bıkkın insanlara dönüşüyorlar, asla “esas” diyete geçemiyorlar.
Burada anahtar konu sanırım şu: Çalışmaktan kendine vakit ayıramayan plaza kadını, kendine iyi geleceğini düşündüğü bir konuya para harcayınca “kendime bakıyorum” diyor, konfor hissi yayılıyor damarlarına. Bu yüzden “Detoks menüsü” kapsamında ara öğün diye bakkaldan da alınabilecek 12 adet badem ayağına gelsin diye binlerce lira ödeyebiliyorlar. (Bari badem yerine az bulunan bir yemiş gönder, a insafsız detoksçu...)
Senelerdir “Kilo vermenin bir kısa yolu yok” diye kendimi paralıyorum, en büyük savaşı ergenlerden ziyade yaşı 30’u geçmiş kadınlara karşı veriyorum. Tekrar ve tekrar söylüyorum, kilo vermenin bir kısa yolu yok.
Bakın daha marttayız, kilo vermek istiyorsanız nitelikli bir diyetisyen bulun, dediklerine uyun ve her gün spor yapın, başka hiçbir şeye ihtiyacınız yok.
Bunları yaptığınız zaman, zaten ayda en az 2 kilo verirsiniz, haziran-temmuza kadar da 10 kilo hafiflersiniz, daha ne olsun?
İntihara teşvik, cinayete teşebbüs...
İntihar etmek için Boğaz Köprüsü’ne çıkan kişiye “Atlayacaksan atla, saatlerdir senin yüzünden bekliyoruz” diyen iki kadını, savcılık “intihara teşvik” suçu ile tutuklanmaları talebiyle mahkemeye sevk etti.
Neresinden baksanız “insanlık bitmiş” dedirten bir olay. İki kadın, intihara teşvikten mahkemelik. Peki her gün İstanbul trafiğinde cinayete teşebbüs suçu işleyenleri ne yapacağız? Onların da tutuklanmak suretiyle mahkemeye sevk edilmesi gerekir.
Tabii önce tespit edilmeleri, sonra suçlarının tespiti, ardından da kararlı bir takip süreci gerekir. Bunlardan da önce, trafik polislerinin de trafik kurallarına uymaları gerek. Acil bir durum olmadıkça, zannediyorum şeridi ortalayarak gitme, kırmızı ışıkta geçme, sinyal vermeme hakkına sahip değiller.
Ondan önce, ya yolların kaldırabileceği kadar aracın yollara çıkması gerekir ya da yollardaki araç sayısı kadar yol gerekir.
O yolların akıl ve mantık kaideleri kapsamında yapılması gerekir. (Mesela iki damla yağmurda göle dönen köprü bağlantı yollarında suyun süzüleceği noktaların akıl edilememesi, sokakların yönlerinin tekrar düzenlenerek eve gitmenin imkansızlaşması ve yolların sizi ters yöne girmeye mecbur etmesi...)
Gördüğünüz gibi, sürekli geriye giderek “Buralarda evvelden faytonlar gezerdi, yollarda at pisliği kokusundan geçilmezdi” noktasına kadar gidebilirim.
Meselenin özeti ise şu: Toplu olarak delirmemek ve pek çok insanın başkalarının canını hiçe sayacağı kadar aklını kaybedecek hale gelmemesi için adım adım, insan dostu bir şehir yaratmak gerekiyor. Delirmenin tek sebebi yok ve tek zaman dilimine ait değil, yavaş yavaş, sinsice insanı zehirleyen bir şehir haline geldi İstanbul. Boğaz Köprüsü’nde yaşananları münferit bir olay olarak almamak lazım, şehrin insanları yavaş yavaş delirttiğinin, insanı insan yapan özelliklerini yok ettiğinin ispatı.
Paylaş