Paylaş
Diyelim ki hastalandınız... Acaba sizi nasıl bir tedavi süreci beklerdi?
Büyük acılar mı çekerdiniz?
Basit bir hastalık yüzünden hayatınız tehlikeye mi girerdi?
Hekimler, son derece iptidai ve bugünkü modern tıpla ilgisi olmayan birtakım aletlerle sizi hayal edemeyeceğiniz bir kabusa mı sürüklerlerdi?
Gelin bu soruların cevaplarını, Edirne’nin en merak uyandıran tarihi yapılarından birinde, 2. Bayezid Külliyesi’nde yer alan Darüşşifa ve Tıp medresesinde arayalım.
2. Bayezid Külliyesi, 2. Bayezid tarafından, 1484-1488 yılları arasında Mimar Hayreddin’e yaptırılmış.
Cami, iki misafirhane, tıp medresesi, imaret, köprü, hamam, değirmen, mehterhane ve muvakkithane bölümlerinden oluşuyormuş.
1914’te Balkan Savaşlarında atıl duruma düşen Darüşşifa’da bulunan hastalar, Mazhar Osman tarafından Kıyık’taki Fransız hastanesine ve oradan da Bakırköy’e gönderilmiş.
Şifahanenin boşalmasını takip eden yıllarda, uzun süre merkez atıl durumda kalmış fakat 1997 yılında müze olarak tekrar açılmış.
Şifahane, bugün Trakya Üniversitesi’ne bağlı sağlık müzesi olarak hizmet veriyor.
2004 yılında Avrupa Konseyi Avrupa Müze ödülünü alıyor ve UNESCO Dünya Mirası geçici Listesine giriyor.
Yüzyıllar önce burada estetik sorunlardan (mesela erkeklerde göğüs büyümesi şikayetiyle gelenlerden yağ dokusu alımı gibi), göz hastalıklarına, ağız, diş ve çene rahatsızlıklarından ruh ve sinir hastalıklarına, pek çok derde deva bulunurmuş.
Bu müzeyi gezerken Osmanlı’nın çağdaşlarına göre tıp biliminde son derece ileri seviyede olduğunu görüyoruz.
1500’lü yıllarda burada göz hastalıklarına dahi bakılırken, sonraki zamanlarda daha ziyade ruh ve sinir hastalıklarına çare bulunan bir merkeze dönüşmüş.
Merkezde hastalar dönemin tıp bilgi ve ilaçlarının yanı sıra, su sesi, musiki, güzel kokular ve çeşitli meşguliyetlerle tedavi edilirmiş.
Belki tıp ilerledi ama bu şifahane, bize ruh sağlığı açısından hâlâ uygulanabilecek yöntemlerle iyilik, sağlık vaat ediyor. Nasıl mı?
Evliya Çelebi diyor ki, “Eski hekimlere göre güzel yüz, güzel ses, saz sesi ve güzel söz insanın içini açıp gamını dağıtır.”
Hep diyoruz ya, müzik, resim, güzel sanatların tümüyle uğraşmak insanın hayatını değiştir diye...
Tarihin akışı içinde belki pek çok şey değişiyor ama güzel sanatların etkisi hep iyileştirici, hep aynı.
Bakın Farabi’ye göre Musiki makamlarının insan ruhuna etkileri nasıl...
Rast neşe ve huzur duygusu, Rehavi sonsuzluk düşüncesi, Küçek hüzün, elem ve keder, İsfahan güven, Huseyni sakinlik ve rahatlık, Hicaz alçakgönüllülük verir...
Saba cesaret ve kuvvet, Uşşak gülme duygusu, Büzürg korku duygusu uyandırır, Zirgüle makamı ise uyku getirir...
Her derde deva kokular
Güzel kokunun ruha ferahlık verdiği düşünüldüğünden, darüşşifa kadrosunda bulunan buhuri (tütsücü) sabah akşam hastaları ruhları rahat etsin diye buhur yakıp darüşşifayı kokulandırmış.
Bahar mevsiminde darüşşifanın bahçesinden toplanan yasemin, gül, şebboy, karanfil, erguvan, sümbül gibi kokulu çiçekler hastaların ellerine verilirmiş.
Kimi hastalar bu çiçekleri koklar, kimileri yer, kimileri de ayaklarının altında çiğnermiş!
Darüşşifa, bize bugün de faydalanabileceğimiz güzel bilgiler veriyor.
Bakın bazı psikolojik durumlar ve kokular nasıl sıralanıyor:
Konsantrasyon bozukluğu için limon, fesleğen, limon otu, okaliptüs, kişniş ve laden, mutluluk için portakal, gül, yasemin, kişniş, zencefil ve ıtır, kızgınlığa karşı lavanta ve bergamot, unutkanlığa karşı zencefil, biberiye, fesleğen, limon, greyfurt ve kişniş, uykusuzluğa karşı lavanta, mandalina, kedi otu, sandal ağacı, limon, ıhlamur, zihin dalgınlığına karşı zencefil, karabiber ve biberiye, tavsiye ediliyor.
Size de bu yazıyı kesip buzdolabının üzerine yapıştırmak düşüyor!
Paylaş