PaylaÅŸ
Gözünde canlanan kareler sırayla…
Sabahları uyandığında eski zamanların uzun sehpasında oyuncaklarını dizilmiş buluyor. Onlarla zaman geçiriyor.
Derken O geliyor yanına, kahvaltı yapıyorlar güle oynaya…
Her gün en güzel cicilerini giyiyor.
Sonra bahçeye çıkıyorlar. Mevsimine göre kiraz, erik, dut, çilek, yenidünya, domates toplayıp tadını çıkararak yiyorlar beraber.
Dallardan toplanan kirazlar kulağa küpe yapılıyor.
Ön bahçedeki avluda bisiklet sürülüyor.
Evin sevimli bekçisi köpek seviliyor.
Menekşeler, güller ve bahçenin tamamı hortumla sulanıyor.
Arada bir taşa takılıyor, düşüyor, dizdeki yaralar temizleniyor, düşülen yer dövülerek.
Sohbet ediyorlar. Bakan kişi; kıza okumasını, büyük adam olmasını ve kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini anlatıyor. Hatta kız, o zamanlar 4 – 5 yaşlarındaki mantığıyla, okuyarak büyük adam olanların elektrik direkleri boyunda insanlar olduklarını düşünüyor.
Arka bahçede iki ağacın arasına salıncak ya da hamak kuruluyor, sallanıyorlar.
Bacağını yakan, canını acıtan ısırgan otlarına kızılıyor.
Gezmeye gidiyorlar. Her hafta sonu mutlaka gezmeye –attaya- gidiliyor.
Yazın geceleri damda yatılıyor, yatarken yıldızlar sayılıyor, en parlak yıldız seçiliyor.
Kız ve evin diğer fertleri sabah kalkıyor, kahvaltıda sıkmalar, börekler…
Her gün, o günün öğle ve akşam yemekleri yapılmış, ev temizlenmiş.
Okul çağına kadar bu şekilde…
Kızı okula götürüyor, getiriyor. Hatta bir keresinde yağmur yağdığında o kız ıslanmasın ve artı yorulmasın diye hopuna yani sırtına alıyor bu kişi.
Her konuda da marifetli. Çok güzel yemekler yapıyor. Kız, büyüyünce hep onun gibi yemekler yapabilmeyi diliyor. (Büyüdüğünde de yemekleri onun gibi yapabildiği için mutlu oluyor.)
Ortaokul zamanında sınav dönemlerinde en sevdiği yemekler yapılıp, tepsiyle önüne geliyor.
Kızı, öyle çok seviyor ki, bakan kişi… Hatta bu kız doğduğunda ‘Yaşamaz, çok iyi bakmanız gerek’ diyor doktorlar. O da öyle bir özveriyle bakıyor ki…
Sadece o kızın değil ailenin hatta sülalenin el üstünde tuttuğu, akıl danışıldığı bir kişi…
Aynı zamanda herkesin yardımına koşuyor.
Bu kadar iş – güç - koşturmaca arasında yarım saat oturduğunda bile boş duramıyor.
Danteller işliyor, örgüler örüyor.
En uzak mesafeye bile yürüyerek gidiyor.
Yıllar geçiyor.
Kız, doğduğundan 28 yaşına gelene kadar hep beraber...
Baktığı kız başka şehre gidiyor. Aşık olduğu İstanbul’a, çok sevdiği mesleğini yapmaya…
Derken bir gün kıza bakan bu kişi trafik kazası geçiriyor, içinde bulunduğu araba ters dönüyor. Omurilik zarar görüyor.
Önce yürüyememeye başlıyor, sonra yatağa mahkum oluyor.
Zamanla konuşamamaya ve yemek yiyememeye başlıyor.
Midesine takılan hortumla besleniyor.
Zorluklara rağmen, tüm bakımını 5 yıldır ortanca oğlu ve gelini yapıyor.
Baktığı kız ara ara Adana’ya, onu ziyarete gidiyor. Kendine bakan bu kişinin acı çekerkenki halini görmek onu kahrediyor.
Ama onun bir bakışıyla ne demek istediğini anlıyor. Özel yatağının kolunu çevirip, yatağı kaldırıyor, yatırıyor. Tutmayan ellerlini düzeltiyor, arkasına yastık koyuyor.
Gülpembe yanaklarını ve pamuk ellerini öpüyor.
Konuşamıyor, boyundan aşağısı tutmuyor ama söylenenleri anlıyor.
Gözlerine bakarak onunla sohbet ediyor.
En son ziyarete gittiğinde; gündüzleri yanında olmasının yanı sıra sabaha kadar başında bekliyor. Hasta kişi birkaç gün sonra nefes alamıyor, çok acı çekiyor. Ambulans geliyor, götürüyorlar.
İşte o an, kızın gözünün önünden çocukluğundan bugüne kadar onunla yaşadıkları film kareleri gibi geçiyor. Yılarca beraber attıkları kahkahalar ve anıları gözünde canlanınca buruk gülümsüyor bu kez.
Ardından da gözyaşlarına boğuluyor.
Hayattaki çekişmelerin ne kadar yersiz ve aslında hayatın ne kadar boş olduğunu anlıyor bir kez daha. Anlık mutlulukları yaşamak gerektiğini… Sağlığın ne kadar değerli olduğunu da…
Hastaya müdahale yapılıyor, geri getiriyorlar.
Onu bir kez daha görebilmenin verdiği huzur ve mutluluk… İşte o an teşekkürünü ediyor; gülpembe yanaklarını ve pamuk ellerini öperek, espriler yapıp, onu güldürerek.
Kendi için yapılan onca fedakarlığa bu teşekkürün çok az geldiğini biliyor.
Elinden başka hiçbir şey gelmediğini de…
Ne yaparsa yapsın; onun olduğu anıları yaşamaktan ve kendi ayakları üzerinde durmaktan başka, onun hakkını asla ödeyemeyeceğini de…
***
Vakit gece yarısını iki saat geçmiş.
Şu an bu yazıyı yazarken, onu yazdığımdan habersiz karşımdaki yatakta zorla nefes alırken bir yandan da bana gülümsüyor.
Canım babaanneciğim, hakkını nasıl ödeyeceğim?
                                                                   ÂMELÄ°KE BÄ°RGÖLGE
                                                          Â
PaylaÅŸ