Paylaş
Şansıma günler pırıl pırıl güneşliydi. Ekim’in ilerleyen günlerine rağmen güneş hala yakıyordu. Yine serin gölgelere sığınmak zorunda kaldım. Gidiş sebebim ‘Gourmet-Voyage’ festivali idi. Yani damağına düşkün teknecilerin, buluşup, damaklarını şenlendirdikleri bir buluşmayı izlemek için bu yolculuğa çıkmıştım.Festivali Meriç Köyatası ile Güneş Karaçetin düzenlemişti. Her ikisi de denize tutkun, teknelerine toz kondurmayan ve akıllarını lezzetli yemeklerle bozmuş denizciler.Tekneler, Bozburun yolu üstündeki Orhaniye’nin biraz ötesinde yer alan Turgut Köyü’ndeki marinaya bağlanmıştı.
Meriç Köyatası ile Güneş Karaçetin, teknelerinin küçük mutfaklarında, festivale katılan 60’dan fazla deniz sever için büyük lezzetler hazırladılar: Kimyonda susuz pişirilmiş ahtapot. Bunun tarifi Sadun Bora’ya aitmiş. Yumuşacık olan ahtapotlar avokado püresi üstünde servis edildi. Limon suyuna yatırılmış çiğ sardalye, levrek marine, enginar beğendi üstünde levrek ızgara, karidesli ve domates soslu taze makarna, Girit usulü peynir salatası, Hindistan cevizi sütüyle yapılmış Uzak Doğu çağrışımlı çorba… Bu mönüye marina lokantasının aşçıları da kuzu tandır, iç pilav ve keşkekle destek verdi. Tekneciler, damaklarını şenlendirip, yolculuk anılarını paylaşarak keyifli bir festival yaşadı.
Doyumsuz mezeler
Festivalden sonra, hazır oralara kadar gitmişken eski dostları da ziyaret edeyim dedim. İlk durağım, Selimiye’deki Sardunya Restoran oldu. Bu mekânı uzun yıllardan beri bilirim. Çevrede 12 ay açık kalan tek lezzet durağı. Muhammet Usta’nın mezelerine doyum olmaz. Mönüsünü sadece çevreden çıkan malzemelerle oluşturur. Muhammet bana torpil yapıp, iskelenin üstündeki en manzaralı masaya oturttu. Mezelerin biri geldi, biri gitti: Kalamar tava, taratoru muhteşemdi. Ahtapot ızgara, adeta lokum gibiydi. Haşlanmış karidesler, tatlımsıydı. Denizci kavurması, türlü türlü deniz mahsulünü güveçte birleşmiş. Fava, tam kıvamındaydı... Tabii bir, iki duble de rakı!
Bu mevsimde güneşin ışıkları çiğliğini kaybediyor, yumuşuyor. Ormanın yeşili, denizin mavisi daha doyumsuz oluyor. Tekneler, ayna misali sularda yansıyan görüntüleri ile gururlanıyor sanki. Gölgeler uzayıp gidiyor.
Bir kaç deniz sevdalısı, sevgiliyi kucaklar gibi mavi suları kulaçlayıp duruyordu. İskele üstündeki beyaz örtülü masada doyumsuz bir gündü anlayacağınız! İyi ki gelmişim diyordum kendi kendime. Bir günü daha güzel yaşamanın mutluluğu sarmalıyordu benliğimi.
Güneş çekilirken çıkan akşam rüzgârı üşüttü. Sanki gitme zamanı geldi diye uyarıyordu beni.
Gözlerden uzak koyda, türlü çeşit lezzetle baş başa
Ertesi gün, tavsiye üzerine Kuzbükü Koyu’na gittim. Buraya karadan ulaşım yok. Belli bir noktada arabanızı park ediyorsunuz, tekne sizi koya götürüyor. Koyda ‘Neighbours’ adlı lokanta var. Onu Marmaris’teki yat limanından hatırlıyorum. Orada yemekleriyle damağımı çatlatan Menderes Çoban, bu ıssız koyda da karşıma çıktı. Gözlerden uzak bu koyda, muhteşem bir mekân oluşturmuşlardı.
Önce gözüm taş fırına takıldı. İçinde, bir yanda ekşi mayalı ekmekler, öte yanda güveçte ahtapot pişiyordu.
Dalgaların ve direklere çarpan yelken iplerinin sesinden başka ses yoktu. Hisarönü Körfezi lacivert lacivertti. Hafif bir rüzgâr sıcağı üfleyip, götürüyordu. Masa yine donanmıştı: Tereyağında kızarmış bıyıklı karidesler, limon suyunda pişmiş sardalye, sarımsaklı tereyağında pişmiş kalamar, sübye ızgara, güveçte patatesli ahtapot, mücver, sarı fasulye pilakisi, sarımsaklı, dere otlu, maydanozlu patates, Marmaris usulü pişirilmiş levrek.Menderes Usta’ya dur demesem kim bilir daha neler gelecekti? Neighbours’un manzaralı üç tane konuk odası da var. Oraya gidince kalmak isteyenlere duyururum.
Kendi yakalıyor, kendi pişiriyor
Kuzbükü’ne kadar gitmişken Bozburun Söğüt Köyü’ne uğramamak olur mu? Orada da lezzet sunan kıymetli dostlarım var. Bunlardan bir tanesi ‘Deniz Kızı’. Burayı çevredeki çoğu şefi yetiştiren Muhammet Usta işletiyor. Mezeleri doyumsuz. Balıkları taze. Çünkü Muhammet Usta, güneş doğmadan denize açılıp yakalıyor bunları. Daha bir ay önce orada olduğum için bu sefer, diğer favori lezzet durağım olan ‘Octopus’un kapısını çaldım. Denizin tam kıyısında, 38 yıldan beri damakları şenlendiren bir balık lokantası. Kalabalıklar evlerine döndüğü için rıhtım sessizdi. Balıkçı motorlarının yolunu gözleyen martılar bile çığlık atmaya utanıyordu sanki.
Bu mevsimde açık olan lokantalarda her şey daha lezzetli olur. Çünkü aşçıların yemek yetiştirme telaşları yoktur. Her tabağı özene bezene hazırlarlar. Onun için masaya konanların lezzetini sorgulamadım?
Fırında 2-3 saat yumuşatıldıktan sonra, ızgara yapılan ahtapot bir başyapıttı. Adı ahtapot olan bir lokantada bu yemeğin lezzetsiz olmasına olanak var mı? Deniz ürünleriyle yapılmış börek, bahçeden sabah toplanan kabak çiçekleriyle yapılan dolma, bebek kalamar ızgarası, kalamar dolması, balıketinden yapılmış kokoreç, deniz ürünleri güveci. Yeteri kadar fosfor yüklemesi yapıp, dönüş yoluna çıktım. Sanmayınız ki, yemek fırtınası burada bitti!
Hisarönü Köftecisi’ne selam vermeden, ağaç dallarının altına gizlenmiş bahçede lezzetli köftelerle hasret gidermeden geçip gitmek olur mu? Sonra sırada ‘Mavi Pide’ vardı! Burası Türkiye’nin sayılı pidecilerinden biri. Önünden geçen küçük derenin üstündeki ördekleri seyrederek pide yemenin keyfine doyamam.Bir tane közlenmiş patlıcanlı, bir tane kuşbaşı etli, bir tane de peynirli-ıspanaklı...
İstanbul’a doğru uçarken damağım şen, ruhum keyif içindeydi!
Fotoğraflar: Balık Yemekleri,blogger, ,Wikimedia Commons, Yemek.com
Paylaş