Bu hafta Boğaz’ın Ortaköy sahillerinde, sultanların sahil sarayları arasında dolaşacağız.
Benim çocukluk ve gençlik anılarım, bu sarayların odalarında ve bahçelerinde gizli. Kiminde kızları sıkıştırdım, kiminde okuma yazma öğrendim. Şimdi bunlar benim geçmişimle birlikte satılığa çıktı. Geçmişsiz kalacağım diye içimi korku bastı.
Bir gazete haberinden öğrendiğime göre, geçmişimin bir bölümü daha satılığa çıkmış. Önce bu haberi sizinle paylaşmak istiyorum: "İstanbul İl Genel Meclisi, Ortaköy’deki sahil saraylarından Naime Sultan ve Hatice Sultan yalılarını 95 milyon dolara satmaya karar verdi. Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu olarak kullanılırken, dört yıl önce yanan ve atıl durumda kalan Naime Sultan Yalısı ile Yüzme İhtisas Kulübü’nün tahliye edildiği Hatice Sultan Yalısı’nın satışı kararı, CHP’li meclis üyelerinin karşı çıkmalarına rağmen AKP’li meclis üyelerinin oy çokluğu ile alındı..."
Haber böyle. Satışın geçmişimle ilişkisini anlatabilmek için, eski yıllara, çocukluk yaşlarıma dönmek gerekir. Onun için bu hafta, Boğaz’ın Ortaköy sahilinde dolaşmamız gerekecektir. Altı yaşında İstanbul’a geldim ve Ortaköy’de büyüdüm. Boğaz’ın bu bir zamanlar yoksul, şimdi ise paralı, pullu, eğlenceli semtinde, tamı tamına 25 yıl yaşadım. Yıldız Parkı’nın ağaçları arasında büyüdüm, sahildeki sarayların yıkıntılarında oynadım, okula gittim.
İlk satılan geçmişim Çırağan Sarayı oldu. Damat İbrahim Paşa’nın yaptırdığı bu sahil sarayı, bir zamanlar eğlenceleriyle meşhurdu. III. Ahmed, burada yapılan lale alemlerine ve helva sohbetlerine sık sık katılır, geceleri de "çırağan ve lalezar seyirlerinin tadını çıkarırdı." Bu saray, eğlencelere olduğu kadar dramlara da şahitlik etmişti. V. Murad, burada tam 27 yıl kapalı kalmıştı. Çocukluk anılarımın en güzellerini, işte bu sarayın yıkıntıları arasında yaşadım.
Şimdilerde kokteyl partileri, kutlama yemekleri için gittiğim salonlarda bu yüzden birden durgunlaşır, dalıp giderim. Yanımdakiler, dalgınlığımın nedenini hiç tahmin edemezler. Çünkü o sırada, bu günden uzaklaşıp, çocukluğuma, ilk gençliğime dönerim. Şimdi garip renklerle bezenmiş bu sarayın, o zamanki yıkıntıları arasında dolaşmaya başlarım. Bu salonların, sütunların, merdivenlerin o günlerini düşlerim. Hangi kuytuda gizli gizli sigara içtiğimi, hangi kuytuda kız arkadaşımı sıkıştırmaya çalıştığımı tahmin etmeye çalışırım.
ÇOCUKLUĞUMUN SIĞINAĞI
Bu saray, o yıllarda okuldan kaçtığımız günlerin sığınağıydı. Hava kararınca biz çocuklar ortalıktan çekilir, daha büyüklerimiz yıkıntılardaki yerini alırdı. Onların gece boyunca sarayın kuytularında ne yaptıkları, ne ettikleri bizler için anlatılmasına (uydurulmasına) ve dinlenmesine doyum olmayan efsanelerdi.
Sarayın Boğaz’a açılan kapısını ne zaman görsem, damağım midye tadıyla sıvazlanır, ağzım sulanır. Kapıyla midyenin ne ilişkisi var derseniz; çocukluğumda kapının bulunduğu yerden denize atlar, sarayın kıyı duvarına yapışmış koca midyeleri toplardım. Daha sonra onları, yaktığımız ateşin üstündeki bir tenekeye dizer, kabukların kendiliğinden açılmasını, içindeki pembe etin pişmesini seyrederdim. Sonra bu lezzetli yemeği, parmak uçlarım yana yana yerdim. Onun için, şimdi düğün kokteylleri için geldiğimde, bu kapıyı görür hep midyeleri hatırlarım.
Sarayın bitişiğindeki Kempinsky Oteli’nin bulunduğu yer, bir zamanlar "Şeref Stadyumu" idi. Ünlü ünsüz futbolcular, bu toprak sahada maharetlerini sergiler, en güzel çalımları, en güzel golleri atardı. Ben de bu sahada top peşinde koşturmuştum. Burada çamurlara bulanmış, kavga etmiş, ünlü kaleci Varol Ürkmez’in plonjonlarına burada hayran kalmıştım. Şimdi, bu sahanın (anılarımın) üstünde yükselen otelin barında bir şeyler içerken, çocukluğuma dönmekte çok zorlanıyorum. Çünkü çocukluğumun tribünleri otelin odaları, orta sahası lobi, kale sahaları da mağaza, spor salonu, restoran olmuş. Onları silip geçmişime dönmeyi beceremiyorum bir türlü.
FERİYE SARAYLARI
Neyse ki biraz ilerideki lisem henüz satılmadı. Feriye saraylarından biri olan Kabataş Erkek Lisesi binası, ilk gençliğimin en güzel anılarını barındırır. Şehzadeler, sultanlar için yaptırılan ikinci derecede önem taşıyan bu sahil sarayına sık sık gider, anılarımla sarmaş dolaş olurum. Buranın satılıp, ilk gençlik anılarımın üstünün örtülmesi düşüncesi beni nedense hep korkutur. Oradan hemen yan taraftaki Feriye Lokantası’na geçip, lezzetli yemekler eşliğinde bir kez daha geçmiş yıllara dönerim. Lokantanın Tekel deposu olduğu günleri, Ortaköy sahilinden tuttuğumuz kayıkla okuldan kaçıp, bu depoya kapağı attığımız günleri bir bir hatırlarım.
1855’te Sultan Abdülmecid tarafından Nigoğos Balyan’a yaptırılan Ortaköy (veya Büyük Mecidiye) Camii’nin de anılarımdaki yeri büyüktür. Çapariyle istavrit yakalamayı, yüzmeyi bu caminin kıyısında öğrenmişimdir. Başta babam, birçok yakınımı, tanıdığımı ebedi yolculuğa buradan uğurlamışımdır. Bu yüzden bu caminin benim için dünyada eşi, benzeri yoktur. Cami satılamayacağına göre, başım sıkıştıkça buraya gelip, anılarımı hatırlayabilirim. Bunu bilmek beni hep teselli eder.
Caminin hemen arkasında yine sahil sarayları görüntüye girer: Esma, Hatice, Fehime, Zekiye, Naima, Fatma sultanların sarayları da anılarımda yer alır. Abdülhamid’in kızı Esma Sultan’a verilen "Tırnakçı Yalısı", bildim bileli bir dört duvarı kalmış bir harabe halindedir. Bir zamanlar tütün deposu olarak kullanılan Boğaz’ın bu en geniş cepheli sarayı da, gençliğimin kaçamaklarına ev sahipliği yapmıştır. Şimdi içi camla kaplanan, dışı ise olduğu gibi bırakılan Esma Sultan Yalısı, bu haliyle geçmişimi hatırlamama engel olmaz. Onun için satılmasına pek üzülmem.
HATİCE SULTAN’IN YALISI
Yazının girişinde satış haberini verdiğim yalılardan Hatice Sultan Yalısı, benim ilkokulumdu. O zamanlar okulların iki adı vardı. Okulumun bir adı Burak Reis, diğer adı da "56" idi. Tam karşıda yer alan Kılıç Ali Paşa ilkokulu ise "39" olarak bilinirdi. Ahşap koridorlarda koşuştururken, Hatice Sultan’ın kim olduğunu bilmezdim. III. Selim’in kız kardeşi olan sultan, bu yalıya çok özenmişti. Sarayın dekorasyonu için, mimar-ressam Antoine Ignace Melling ile anlaşmıştı. Hatice Sultan, mimara isteklerini iletebilmek için, harf devriminden bir asır önce Latin harfleriyle yazı yazmayı ve İtalyanca konuşmayı öğrenmişti.
Bazı tarihçilere göre, bu yalının dekorasyonu sırasında Hatice Sultan, Melling’e aşık olmuşu. Tarihçiler bu yakınlaşmaya, sultanın kocası Hotin Muhafızı Esseyid Ahmet Paşa’nın, zamanının çoğunu İstanbul dışında geçirmesinin neden olduğunu öne sürüyorlardı. Bu ilişki, Melling’in Cenovalı bir kızla evlenmesine kadar devam etti. Bu evlilikten sonra Hatice Sultan, mimarla tüm ilişkisini kesti, mektuplarına yanıt vermedi.
Orhan Pamuk’un, "İstanbul Hatıralar ve Şehir" adlı kitabında da bu konuya değinilmişti. Kitapta yer alan, Melling’in sultana yazdığı son mektupta şu yakarmalar yer alıyordu: "Efendim, kulları (ben) cumartesi günü uşağımı gönderdim aylığı almaya... demişler artık aylık yoktur... Efendimizden bu kadar iyilik görmüşken inanmadım bu tembihi efendimizin buyurduğuna. Zannederim bu lakırdı kıskanmak lakırdısıdır, bakıyorlar ki efendimiz kullarını seviyor... Şimdi kış geliyor, Beyoğlu’na gideceğim, velakin nasıl gideceğim? Bir para yok. Ev sahibi kira istiyor, kömür, odun mutbak şeyleri lazım ve daha benim kızım çiçek çıkarıyor, hekim 50 kuruş istiyor, nasıl ederim? Ne kadar kere yalvardım, ne kadar yol ve kayık masrafı verdim ve bir hayırlı cevap çıkmadı. Bir akçe elimde yoktur yalvarırım..."
İlkokula dönüştürülmüş bu tarihi yalının bahçesinde koşarken, sınıflarında okumayı, yazmayı sökmeye çalışırken, tüm bu geçmişten habersizdim. Şimdi bu yalı satılığa çıkıyor. Umarım alanlar, benim ve yalının geçmişini unutturacak girişimlerde bulunmazlar.
YALIDAKİ ORTAOKUL
Bu yalının hemen yanında ise Naime Sultan yalısı yer alır. Yanıncaya kadar Gazi Osman Paşa Ortaokulu olan bu yalı, benim de okul anılarımı barındırır. Yaşamımda önemli bir yer kapsar. Zekiye Sultan Yalısı ile bir çifte sahil sarayı oluşturan bu yalının bir diğer adı da Gazi Osman Paşa Yalısı’dır. Bu yalı mabeyin müşiri olarak atanan paşaya II. Abdülhamid tarafından hediye edilmişti. Naime Sultan, Gazi Osman Paşa’nın oğlu Kemaleddin Paşa ile evlenince buraya gelin gelmiş, daha sonra yalı onun adıya anılır olmuştu. Gazete haberine göre bu yalı da, yani ortaokulum da satışa çıkarılmış. Yeni sahibinin kim olacağını, binayı ne için kullanacağını çok merak etmiyorum. Sadece geçmişimin bir bölümünün daha yok edilmesinden korkuyorum.
Son zamanlarda Boğaz vapuruna binip, sık sık geçmişimin önünden geçip gidiyorum. Ne olur ne olmaz diye, anılarımdaki sarayları, yalıları, camileri hafızamın arşivine depoluyorum.