Paylaş
Çocukluğumda, bizim evde en çok kullanılan bakliyat mercimekti. Sarı, yeşil ya da kırmızı; annem onları kılıktan kılığa sokardı. Hepsi de birbirinden lezzetli olurdu. En çok da kendi kestiği erişteyle pişirdiği sakala çarpan çorbasını severdim. Yine kendi kestiği küçük kare hamur parçalarıyla yaptığı tutmaç çorbası da çok lezzetli olurdu. Hele içinde küçük köfteler varsa, yemeye doyamazdım.
Mercimekli bulgur pilavıyla nedense aram pek iyi değildi. Babam bu pilavın yanında mutlaka kuru soğan yenmesini önerirdi. Tabii soğanın cücüğünü hep kendisine ayırırdı. Kadınlar arasında ‘altın günü’ henüz moda olmamıştı, sadece ‘gün’ deniyordu. Her gün bir evde toplanılıp dedikodu eşliğinde bir şeyler yeniyordu. Annem sıra kendine gelince mercimek köftesi ikram ediyordu.
Artık rahat uyuyabilir
Mercimeğin bizim evde bu kadar çok tüketilmesine o zaman pek kafa yormuyordum. Şimdi düşünüyorum da, ucuz ve lezzetli olduğu için annemin tercih ettiğine hüküm veriyorum. ‘Sağlıklı yemek’ kavramı o zaman pek kullanılan bir şey değildi. Önemli olan karın doyurmaktı. Kısıtlı malzemeleri yan yana getirip lezzetli yemek ‘uyduranlara’ marifetli kadın damgası vuruluyordu. Sözlü tariflerin alınıp verilmesi âdettendi, yazıya dökmek yoktu. Onun için büyükler, dünya değiştirirken tariflerini de yanında götürüyor, geride sadece anılar kalıyor.
Mercimek soframdan hiç eksik olmadı. Askerde karavananın değişmez yemeğiydi. Üniversite yıllarımda ezogelin çorbası olarak karşıma çıktı. Laleli’deki Hacı Bozan Oğulları, öğle yemeklerimin en önemli durağıydı. Sanmayın ki kebap yiyordum. Yediğim, bol acılı bir tabak çorbayla bir tane sıcak pideydi. O çorbanın ekşi tadı hâlâ damağımdadır.
Rahmetli Prof. Dr. Ayşe Baysal, Türklere mercimek yedirebilmek için canla başla çalıştı. Hatta adı ‘Mercimek Ana’ya bile çıktı. Kolesterolü düşürdüğünü, tansiyonu dengelediğini, kalp krizi riskini azalttığını, damar duvarlarını kuvvetlendirdiğini, kansızlığa birebir olduğunu, içindeki liflerin bağırsak çalışmalarını düzenlediğini... Her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattı. Ama özellikle büyük kentlerdeki üst düzey gelir grubu mensuplarını pek ikna edemedi. Mercimek bir köylü yemeğiydi, köylü kalmalıydı.
Sonra Peru köylülerinin yiyeceği, kinoa adlı bir tohum ortalığa düştü. Onunla birlikte halkımız maş fasulyesiyle mercimeğe daha sempatik bakmaya başladı. Ayşe Baysal rahat uyuyabilir, mercimek artık sofralarda. Hatta ileri gidip Fransızların meşhur ördek konfisinin yanına eşlikçi bile oldu.
Mercimek sadece sağlığa yararlı değil. Söylendiğine göre cebe de faydası var. Birçok ülkede, yeşil rengi (doları çağrıştıran renk) ve parayı akla getiren şekliyle uğurlu yiyecek kabul ediliyor.
Benim bereketli sofram
Günümüz İtalya’sında yeni yıl sofralarının değişmeyen yemeği mercimek. Çünkü onu yiyerek girilecek yeni yılın, bol paralı, bereketli olacağına inanıyorlar. Ünlü İtalyan aşçı Mario Batali, “Mercimek olmayan yeni yıl sofrası bereketsizdir” diyerek noktayı koyuyor zaten.
Mercimekle yapılan yemeklerin en meşhuru ‘cotechino’. Modena bölgesinin bu özel yemeğinde, haşlanmış mercimeğin üstüne yağlı domuz sosisi dilimleri konuyor. Siz incik koyabilirsiniz. Bir diğer özel yemek de ‘zampone’. Domuz bacakları, domuz kıymasıyla dolduruluyor, haşlanıyor ve mercimek yemeğiyle birlikte servis ediliyor.
Gelelim benim yılbaşı soframa… Yemek, küçük köfteli tutmaç çorbasıyla başladı. Tabii ki bol maydanozlu mercimek köftesi sofradaki yerini aldı. Köfteleri kendi ellerimle yoğurdum. Eşim, mercimek içli yaprak sarması yaptı. Bu konuda lahana ve yaprak sarması kadar başarılı oldu. Bir dostumuz mercimek içli bir börek yapıp getirdi. Rahmetli bir arkadaşımdan öğrendiğim mercimek favasını da yapmaya çalıştım. Tabii sofranın ortasına, koca bir tabakta mercimek salatası kondu. Yani yeni yıla bol bereketli girdim...
Paylaş