Nisanla birlikte doğa bayram yerine döndü. Ağaçlar dallarını çiçeklerle süsledi, kuşlar bahar konserlerine başladı. Erguvan ağaçları da pembe-mavi çiçekleriyle bu tabloda yerini aldı.
Özellikle İstanbul’un korularında boy gösteren bu ağaç baharın en önemli süsü. Benim teklifim, nisanın ilk haftası tüm İstanbul’un veya Marmara’nın pembe-mavi renklere boyanıp, bir bayram havasında bahara ‘hoş geldin’ denmesi.
Nihayet geldi. Yanında çuval çuval yaşama sevinci de getirdi... Hoş geldin bahar. Günler artık daha şen şakrak olacak. Ilık, sıcak, pırıl pırıl, güneşli..
Baharı herkes anlatamaz. Bahar için kurulan cümleler cıvıl cıvıl olmalıdır. Bence baharı en güzel şairler yazar. Hem de basit, yalın, abartısız kelimelerle. Şairlerin, bildik kelimelerle baharı olağanüstü anlatmalarını hep kıskanmışımdır. Onlar insanı kolundan tutup, doğadaki şenliğin içine sürüklerler. İşte Juan Ramon Jimenez bunlardan biri. Çağdaş İspanyol şiirinin kurucularından olan Nobel ödüllü ozan, ‘Platero ile Ben’ adlı yapıtında baharı şöyle anlatmış: ‘Bahçeye çıkıp bu masmavi gün için Tanrı’ya şükrediyorum... Kırlangıç bir çalımla sesini kuyunun derinliklerine yolluyor, karatavuk düşen portakallara ıslık çalıyor, ateş parıltılı asmakuşu meşe ağacının üstünde ötüyor, baştankara kuşu okaliptüsün tepesinden incecik bir kahkaha koyuvermiş, büyük çam ağacında da serçelerin sürüp giden şamatası. Ne güzel bir sabah... Dört bir yanda binbir renkli kelebekler oynaşmakta; çiçeklerin arasında, evin içinde, çeşmede. Çevredeki tarlalar yeni bir dirilikle çatlayıp, açıyorlar. Kocaman bir ışık peteğinin ortasında, tutuşmuş bir gölün göbeğindeyiz sanki...’
Kentin gürültüsünden kaçıp, kendinizi kırların kucağına atarsanız, Jimenez’in gördüklerini siz de görebilirsiniz. Kuşlar, çiçekler, tomurcuklar, böcekler, kokular sizi bekliyor. Bahar sadece kırlara mı gelir? Sadece kırlar mı coşar alabildiğine? Asla... Bahar kentleri de güzelleştirir. Özellikle İstanbul’u... Ben İstanbul’un baharını iyi bilirim.... Baharda Boğaz’ın insanı nasıl perişan ettiğine çok kez şahit olmuşumdur. Ama ben size bu hafta Boğaz’ın baharını anlatmayacağım. Konum bir renk, bir ağaç olacak. Nisanın ilk haftasından itibaren Boğaz’ın iki yakasını süsleyen - hala - korularda misafir bir renk göze batmaya başlar. Bu rengin sahibi erguvan ağacıdır. Pembe - bazen lila da olabilir- renkli çiçeklerini tüm cömertliği ile salıverir. İstanbul’un yeşil korularına renk katar, seyredenleri mest eder.
BOĞAZİÇİ’NİN SÜSÜ
Erguvan ağacı İstanbul’a çok yakışır. Ben ona öyle olmadığını bile bile ‘İstanbullu ağaç’ derim. Türkiye’deki ağaçların piri Prof. Dr. Faik Yaltırık bu ağaç hakkında bakın neler söyler: ‘Boğaziçi’nin süs ağacı Erguvan, baharın geldiğini müjdelemek için sabırsızdır. Daha yapraklanmadan son derece cömertçe çiçek tohumlarını açıverir... Erguvan, güzelliğinden habersiz, kor dudaklı bir köy güzeli gibidir ve onun kadar da kanaatkardır...’
Prof. Yaltırak’a göre, erguvan Akdeniz kökenli bir ağaçtır. Naziktir. Soğuk rüzgarları sevmez. Üşür, zarar görür... Erguvan’ın İngilizce adı ‘Judas Tree’ yani ‘Yahuda Ağacı’dır. Bu nedenle anavatanının İsrail olduğu öne sürülür. Gerçekten de İsrail’in Judea bölgesinde erguvan ormanları vardır. Kim ne derse desin, erguvan benim için İstanbullu’dur ve en çok da bu kente yakışır.
Erguvan ne renktir? Bu sorunun yanıtına geçmeden önce bir öyküyü aktarmakta yarar görüyorum: İsa’ya ihanet eden Yahuda, bu ihanete dayanamayıp, kendini erguvan ağacının dalına asar. O güne kadar beyaz çiçekler açan ağaç bu olaydan öylesine utanır ki, çiçekleri kızarır, bugünkü erguvan rengini alır.
Erguvan pembe midir, gül kurusu mudur, vişne midir, mor mudur, lila mıdır, şarap kırmızı mıdır? Bunun yanıtı zor. Ancak uzmanların bilebileceği bir soru. Ben de bu soruyu resim sanatçısı Ünay Kızıltan’a sordum. İşte yanıtı:
‘Aşağı yukarı pembedir erguvan. Hafifçe, gizlice mavimsi. Ama öyle her hangi bir mavi de değil; çivit mavisi vardır ya bildiğimiz, işte o maviye çalar gizlice. Erguvan, o muhteşem renk, çokça şarap kırmızısı, pek az çivit mavi ve bolca beyaz ile ulaşabileceğiniz fevkalade zengin bir renktir. Burada renklerin ton farklılıklarına girmek olanaksız, ama yine de şu kadarını söylememe izin verin; beyaz kadar açık değil, siyah kadar asla değil, orta-açık tondaki bir gri kadar açılmış, ışıklı bir renktir erguvan. Buna karşın, ana renkler arasında adı geçmediği gibi, nedense biz renk kullanıcıları da ona erguvan demeyi ihmal ederiz. Sözlüklerde böyle bir renk için; mavimsi pembe gibi tanımlar yer alır.. Neden? Zira boyalardaki bu renk, bu muhteşem çiçekten değil ama Lübnan kıyılarına vuran bir deniz kabuklusundan elde edilmiştir. Mitolojik öyküsü de şu: Kıyıdaki deniz kabuklusu ile beslenen başıboş bir köpeğin dişlerindeki muhteşem rengi gören bir soylu hanım, ‘bu renkte bir kostüm istiyorum’ diye tutturunca, hizmetkarlar köpeği izleyerek deniz kabuklusunu bulmuşlar, sonra kabuğu ezerek violet denen pembemsi mor rengi dünyaya armağan etmişler...’ Kızıltan’ın erguvanın rengi üstüne yazdıkları daha da uzun. Yerimiz kısıtlı olduğu için yukarıdaki özetle yetinmemiz gerekecek..
BURSA’DA ERGUVAN
Erguvanın Osmanlı kültüründe de özel bir yeri var. Yazar Ramis Dara’nın yayına hazırladığı ‘Erguvan Zamanı’ adlı kitaptan edindiğim bilgilere göre, yüzyılın başında Bursa’da ‘Erguvan Bayramı’ kutlanıyordu. Bu bayramın öyküsü şöyle: Buharalı bir çömlekçinin oğlu olan Seyyid Ali (Seyyid Şemseddin Muhammed bin Ali el- Hüseyni el Buhari) Medine’deyken rüyasına Hz. Muhammed girer ve ona, ‘Anadolu’ya gidip hizmetini orada sürdür’ der. Seyyid Ali bunun üzerine tasını tarağını toplayıp yola çıkar. Bursa’da yerleşmeye karar verir.
Kısa sürede tanınır, Bursalılar onun ziyaretine koşar. Henüz 22 yaşında olan Seyyid Ali, ‘Emir Sultan’ diye anılmaya başlanır. Emir Sultan bir süre sonra, Sultan Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Hatun’la evlenir, saraya damat olur. Osmanlı ordusu artık onun duasını almadan sefere çıkmaz olur. Herkes tarafından çok sevilen Emir Sultan 1429 yılında vefat eder. O tarihten itibaren bahar başlangıcında -erguvanlar çiçeğe bezenince- Türkiye’nin dört bir yanından gelen müridleri, Emir Sultan’ın türbesini ziyaret eder. Kalabalıkların Bursa’da buluştuğu bu dönem, ‘Erguvan Cemiyeti, Erguvan Faslı, Erguvan Bayramı’ diye anılmaya başlanır.
Öykü özetle böyle. Yüzyılın başlarındaki bayram artık yok.
Erguvan ağacı, edebiyatın da gözdesidir. Örneğin Refik Halit erguvanı, Boğaziçi yamaçlarında, güneş çekildikten sonra batı tarafından kopup yere inmiş ve ince fidanlara sarılmış değirmi bulutlara benzetir. Işıklı ve renkli bir buğu gibi, kısa bir zaman sonra eriyip boşlukta kaybolacaktır.
BAŞLI BAŞINA SEFAHAT
Abdülhak Şinasi Hisar da duygularını şöyle anlatır: ‘Her sene yalıya dönünce baharın genç tenli, uzun boylu, mavimtrak günlerine kavuşurduk. Hayat sanki yeniden doğar, ağaçlar yeşillenir, beyaz ve pembe çiçekleri ve erguvanlar da lalden alevlerini açarken. Çiçek kokularıyla dolgunlaşan hava gönlümüzü bir saadetle kaplar. Herşey kolaylaşmaya, revanlaşmaya başlar... Boğaziçi’nin kendine mahsus tatlı bir sessizliği ve onunla içiçe geçen, bütün günler ve geceler boyunca devam eden ve değişen kendine mahsus sesleri vardır...’
Baki de erguvan düşkünüdür. Renkliyi, parıltıyı ve kıymetli olanı seven şairin en sevdiği ağaç da başlı başına bir ‘sefahat’ olan erguvandır. Belki bunun için sevgilisini erguvani elbiseler içinde düşlemiştir.
Adalet Ağaoğlu da ‘Erguvan Fısıltıları’ başlıklı yazısında şunları yazar: ‘Marmara’da, Boğaz’ın sularında gün batımlarının ayak izleri hala erguvandır. Şeker pembeliklerinden portakal kızıllıklarına alacalanan renk cümbüşü... Bir zamanlar bu kıyıların yoğun yeşilliklerine, uzaklarda kat kat açılan sabahın mavi sisine vurup durmuş mor alacası da erguvan şenliğiyle tanımlanır...’
Bir başka erguvan sevdalısı da Türk edebiyatının en büyük ustalarından olan Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. ‘Gülden sonra bayramı yapılacak çiçek varsa o da erguvandır’ diyen Tanpınar ‘Beş Şehir’adlı kitabında baharı şöyle cümleleştirir. ‘O, şehirlerimizin ufkunda her bahar bir Dionyssos rüyası gibi sarhoş ve renkli doğar. Dünyanın tekrar değiştiğini, tabiatın ağır uykusundan uyandığını haber vermek ister gibi zengin, cümbüşü israfıyla her tarafı donatır, bahar şarkısını söyler. İstanbul surlarının üstünde çok eski bir sabah ezanının oracığa takılmış kırık parçasına benzeyen küçük bir caminin, Manavkadı Camii’nin yıkık duvarları arasında tek başına fırlamış bir erguvan ağacı vardır ki, bana gösterdikleri günden beri her bahar bir kerecik ziyaretine gider, bu şehrin sabahlarında toplanmış hissini veren mahmur bakışlı kandilleri seyrederdim. Harap ve bakımsız mazi yadigaları ve etrafında uyuyan ölüler arasında bu erguvan ağacı benim için ezeli bir ebedi arzunun, daima yenileşen hayat akışının bir timsalidir ve manzaraya hakim yumuşak duruşundan bu fazlasıyla hissedilir...’
ACELE EDİN
Sözün özü; şimdi erguvan vaktidir. Korular, sırtlar, mavimsi pembe çiçeklerle ya boyanmış ya da boyanmak üzeredir. Bu renk cümbüşünün keyfine varmanın tam vaktidir. Benim tam burada bir önerim olacak: Neden nisanın ilk haftası İstanbul’da ‘Erguvan Bayramı’ olarak kutlanmıyor. Neden bu günlerde kentin tümü erguvan rengine boyanmıyor? Birisi işin ucunu tutup bu bayramı gerçekleştirmeli ve bunu tüm dünyaya duyurmalı. Bundan daha iyi tanıtım olur mu?
Yazıyı bitirmeden önce bir hatırlatma yapmam gerekiyor. Erguvan bu muhteşem güzelliğini öyle uzun uzun sergilemiyor. 15-20 gün sonra mavimsi pembe çiçekler yerini yeşil yapraklara bırakıyor. Onun için bugünü yarına bırakmayın. Eğer siz İstanbul’da oturmuyorsanız ve de çevrenizde erguvan ağacı yoksa üzülmeyin. Erguvan bahara hoş geldin demek için renkli bir bahane. Mutlaka çevrenizde çiçeklerle süslenmiş çeşitli ağaçlar vardır. Siz de onların gölgesinde bahara ‘hoş geldin’ diyebilirsiniz. Bir sakıncası yok. Baharınız kutlu olsun.