Ege’de mutluluğun resmi

Ege’de baharda dolaşmanın zevkine doyum olmaz. Beyazlı, pembeli çiçekler kırları süsler.

Bu hafta baharın içine dalıp, Foça’da yoğurtlu balığın, Şirince’de Sultan Kebabı’nın, Bozdoğan’da ise birbirinden lezzetli ünlü pidelerin tadına bakacağız. Yani hem görsel hem de tatsal bir gezinti yapacağız.

Küresel ısınma, mevsim kayması falan derken baharın ortasına düştük. Hele Ege bölgesi çoktan baharla sarmaş dolaş olmuş, hasret gideriyor. Aslında birbirlerini öyle çok özlediklerini de pek sanmıyorum. Ayrılalı çok uzun olmadı çünkü. Hatta hiç ayrılmadılar bile diyebilirim. Bu yıl yaz bitti, bahar geldi ve bir daha da gitmek bilmedi.

Ege kıyılarında bir o yana, bir bu yana dolaşıp duruyorum. Şimdi de rotamın üstünde Foça var. Yol kenarındaki ağaçlar, pembe ve beyaz çiçekler takınmışlar. Papatyalar, kır laleleri de yeşil otların arasından başlarını uzatmaya başlamışlar bile. Bu renkli doğayı anlatabilmek için pembe-beyaz kelimeler bulmam gerek. Rüzgarın alıp götüreceği, ağaçlara, çiçeklere ulaştıracağı güzel kelimeler olmalı hepsi. Baharı anlatan sözcükleri, sağa sola serpmeliyim.

Rotasız ve limansız bir gemi gibi dolaşmayı çok seviyorum. Yönetmen Cengiz Özkarabekir ve ekibi, "Yol Üstü Lezzet Durakları"nı çekiyorlar. Benim "sahne almama" daha sıra var biliyorum. Onun için acelem yok. Bahar görüntülerini sindirmek istiyorum. Belleğimdeki en güzel resimler hep baharlarla ilgili. Bahar, mutluluğun resmi değil midir zaten?

Foça yabancım değil. Güneye inişlerimde soluklandığım yer. İşte Küçük Deniz. İşte balıkçılar. Dudak kenarlarında sigara, ağları ayıklıyorlar. Kediler de sakin. Sabırla oturup bekliyorlar. Küçük bir balığın (tekir, istavrit, tirsi ne olursa) kıyıya atılacağından eminler. Yıllardan beri hep öyle olmuş çünkü. Her kayığın bir-iki kedisi var. Kimse kimsenin balığına göz koymuyor. Kahveler iskemleleri limanın kıyısına atmışlar bile. Oturanların yüzleri güneşe dönük. Kısa kısa cümleler kuruyorlar. Konuşmaya mı üşeniyorlar? Bahar yorgunluğu mu, konu kıtlığı mı yoksa? Bütün kış konuşa konuşa konuları bitirmiş olmalılar! Küçük Deniz’in çevresinde yaşam sessiz ve sakin akıp gidiyor.

İZMİR’İN İKİ KIZ KARDEŞİ

Ben de güneşe doğru oturuyorum. Geçmişe aklım takılıyor nedense. Geçmiş dediğim 1900’lerin başı. Türklerle Rumların iç içe yaşadıkları yıllar yani. O günlerin Foça’sını Kemal Anadol’un, "Büyük Ayrılık" kitabından okumuştum: "Dar, eski ve toprak sokakların kenarlarında sıralanan bazen tek, bazen iki katlı kagir binalar, Yeni Foça’dan getirilmiş taşlardan yapılmıştı.

Türkler’in oturdukları binalar birbirine bitişik ve avlusuzdu. Zengin Türklerin bahçeleri, uzun malta tuğlalarıyla örülmüş duvarlarla çevriliydi. Küçük Deniz ile Büyük Deniz kıyısındaki mermer kaplamalı, bahçeli Rum evleri de pek güzeldi. İzmir’de oturan Fransız, İngiliz ve İtalyan Levantenlerin sayfiyeleri ise hemen fark ediliyordu..." Kitapta anlatılan evlerin bazıları, biraz ilerimdeki kordonda sıra sıra duruyorlar. Hepsi yaşayan Foça tarihi. Burası İzmir’deki Kordon’a ne kadar da benziyor. Selanik’teki kordona da... İzmir, Selanik, Foça... Birbirine benzeyen üç kız kardeş!

Ekip, Küçük Deniz’in kıyısındaki Liman Restoran’da "Yoğurtlu Balık" çekimi yapıyor. Bu yemeği, İlimiye Adası’ndan göç edenler getirmiş buraya. Geçmişi eski yani. Kupes balığından yapılıyor. Una bulanıp, tavada kızartılan balığın üstüne sarmısaklı yoğurt dökülüyor. En üste de eritilmiş pul biberli tereyağı gezdiriliyor. Bir çeşit balık mantısı.

Foça’da ya Celep’in Yeri’nde ya Liman Lokantası’nda yerim. Hem balıklar tazedir, hem mezeler lezzetlidir. Hele yazın deniz kıyısına atılan masalarda yiyip içmenin tadına doyum olmaz. Hele dolunaylı, yakamozlu bir geceyse...

Çekimler bitti, gitme zamanı geldi. Bu Foça ile kaçıncı vedalaşmam acaba? Şimdi de Şirince’ye doğru dümen kırdık. İzmir-Aydın otoyolunda gidiyoruz. Otoyol çok hızlı. Görüntüler vızır vızır akıp gidiyor. Bahar çiçekleri görünmüyor artık. Bu hızda görüntüler tadını, tuzunu, rengini kaybediyor. Yol çizgilerine takılıyor kalıyor gözlerim. Manzarayı göstermeyen otoyolları hiç sevmiyorum.

ÇİRKİNCE’DEN ŞİRİNCE’YE

Selçuk sapağından çıkıp, sekiz kilometre tepedeki Şirince’ye tırmanıyoruz. Gökyüzünde kara bulutlar oynaşıyor. Nazar mı değdirdim yoksa? Bu yolu iyi bilirim. Her virajda başka renk karşılar insanı. Ama çiçekler henüz renkli yapraklarını açmamışlar. Aslında bu yol asırlardan beri rengahenk görüntüler sergiliyor. İşte kanıtı; İzmir’de oturan papaz Edmund D. Chishull, 1 Mayıs 1699 tarihinde Şirince’ye yaptığı yolculuğu şöyle anlatıyor: "Atlarımızla Efes Hisarı’nın altından, bir buçuk saat süren yorucu ve uzun, fakat zevkli ve eğlenceli bir yoldan ve çağlayanlı bir derenin bulunduğu iki tepe gittik. Her iki yanımızda sarkan mersin, zakkum, katırtırnağı, erguvan, leylak ve diğer haz verici koyu gölgeleriyle ağırlandık..."

Şirince’nin adı hemen Şirince olmamış. Geçmişinde şu adlarla anılmış: Kyrkindje, Kirkindche, Kirkidje, Kırkıca, Kırkınca, Çirkince... Bu güzelim köye kim, niye Çirkince adını koşmuş anlaşılır gibi değil. Allahtan da zamanın İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa duruma el koymuş! Paşa bir gezisi sırasında uğradığı köyün adının asla Çirkince olamayacağını, Şirince olarak düzeltilmesi gerektiğini emir buyurmuş. Emri not eden katipler, İzmir’e dönünce gerekli düzeltmeyi yapmış.

Şirince’de uğrayacağımız lezzet durağı, köy meydanındaki "Sultan Han Restoran"dı. Patron bize önce, kendi icadı Sultan Kebabı’nı pişiriyor. İyice dövülerek inceltilmiş bonfilenin içine, daha önceden sote edilmiş patlıcan, domates, mantar, pastırma, soğan ve salam, dil peyniri konuyor ve sarılıp mangalın üstüne konuyor. Cızır cızır seslerden sonra ortaya damak çatlatan bir kebap çıkıyor. Sultan Han’ın mönüsündeki kuzu etiyle pişen arapsaçını ve şevketi bostanı da unutmamak gerek. Şirince’nin köyü, yemekleri, sokakları, evleri övgüye değer de, şarabı için aynı şeyleri söylemek zor. Bana kızmasınlar ama, şarapçılıkta daha alacakları epey yol var. Şirinceli şarap üreticilerine, profesyonel yardım almalarını öneririm.

BOZDOĞAN’IN MEŞHUR PİDELERİ

İşimiz bitince yine İzmir-Aydın oto- yoluna girip, görüntülerin arasından ok gibi geçiyoruz. Etrafta çok incir, zeytin ağacı var. Otoyol bunların görünmesini engelleyememiş. Aydın’ın inciri aklıma gelince ağzım sulanıyor. Ne de suyu tükenmez bir ağzım var. Aklıma bir yiyecek düşmeye görsün, o an damağımdan şelaleler akıyor sanki. Nazilli’den Bozdoğan’a sapıyoruz. Önce Madran Dağı görünüyor. Tepesine beyaz bir bulut oturmuş.

Gelmeden önce Bozdoğan’ı öğrenmek için kitaplar karıştırmıştım. Ancak birkaç bilgi kırıntısına ulaşabildim: Bozdoğan 1879’da ilçe olmuş. Adı, yörede yerleşen Bozbey ve Doğanbey boylarının adlarının birleşmesinden oluşmuş. Kuzugöbeği mantarı, kırmızı toz biberi, pidesi, oğlak kebabı, sobası çok meşhurmuş. Pide yemeğe gidiyoruz. Yenipazar’ın da pidesi çok lezzetliymiş ama Bozdoğan’daki Mikado Pidecisi’ni seçtik.

Dükkandan içeri girdiğimizde, Ahmet Aydın, yardımcılarıyla birlikte fırının başında terliyordu. Çeşitler şöyle sıralanıyor: Kıymalı, peynirli, pastırmalı, karışık, tahinli, bir de Bozdoğan Yuvarlağı... Pide hamuruna oklava değmiyor. Mermere vura vura açılıyor. Etrafta mis gibi pide kokusu var. Odun kokusu da cabası. Kıymalı Bozdoğan Yuvarlağı’nı ısırmaya hazırlanırken Ahmet Usta beni durduruyor. Meğerse kıymanın üstüne turunç sıkmam lazımmış. Soğanlı kıyma, tatlı-ekşi turunç suyuyla buluşunca, ortaya muhteşem bir lezzet çıkıyor.

Dönüş yolunda, köşede bucakta kalmış ne kadar çok lezzet durağı var diye düşünüyorum. Bunları keşfedip, sizlere duyurma işine talip olmakla hata mı ettim acaba? Mutlu, doygun ve yorgun tekrar bahara dalıp gidiyorum.

AKLIM FİKRİM TAHİNLİ PİDEDE

Aklım fikrim, ünlü tahinli pidede. Hamur açılıyor, tahin ve toz şeker konduktan sonra tekrar yumak haline getiriliyor. Bu yumak bir kayık tabak büyüklüğünde tekrar açılıyor. Üstüne yine tahin ve manda sütü dökülüyor. Fırında birkaç dakika kaldıktan sonra çıkarılıp hemen toz şeker serpiliyor. Sonra tam ortaya koca bir parça bembeyaz manda kaymağı konuyor. Sıcak pidenin üstündeki şeker de kaymak da eriyip, bütün tatlar birbirine karışıyor ve ortaya anlatılması olanaksız bir lezzet çıkıveriyor. Ahmet Usta, bir tane daha diyor ama çatlamaya niyetim yok. Buradan bir an önce gitmek gerek. İradem çöktü çökecek!
Yazarın Tüm Yazıları