Sürdükleri hayat tümüyle göle yazgılı. Bursa’nın Ulubat Gölü, dünyada sadece 38 üyesi bulunan "Yaşayan Göller"den biri.
Anadolu’nun en bereketli sulak alanlarından olan göl, hem önemli bir kuş barınağı, hem de arkeolojik bir hazine. Atlas Dergisi’nden Önder Uygun bu hafta sizi bu gölün yaşamına sokacak.
Olta ve yemlerini kontrol ediyor balıkçılar son kez. Sabah ayazına karşı kalın kazakları ve yelekleri var. Sudan korunmak için muşambalarını da giydiler. Artık hazırlar. "Vira bismillah", "rastgele" sözleri gölün mavisinden göğün mavisine yükseldi. Motorlar çalışmaya başladı. Teknelerin gürültüsüne kuşlar da çığlık çığlığa karşılık veriyordu. Güneş yüzünü göstermemişti daha ama Ulubat çoktan uyanmıştı...
Ulubat Gölü kıyısındaki Gölyazı’da sokaklar birbirini dik kesiyor; hepsinin de yüzü göle dönük. Tek, en çok iki katlı evlerin dibinde arnavutkaldırımları uzanıyor. Pencerelerdeki yağ tenekelerinden karanfiller, güller, sümbüller, sardunyalar, küpe çiçekleri fışkırıyor, her evin önü bir çiçek bahçesi sanki. Eski Rum evlerinin arasından yeni beton yapılar kendini gösteriyor, geçmişle gelecek iç içe girmiş. Sokakların esas sahipleri ise balıkçı kasabalarının çoğundaki gibi, kediler. Her yerdeler ve yüzlerceler.
Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı Gölyazı beldesi, Ulubat Gölü içindeki bir kara parçasında yer alıyor, anakaraya bir köprüyle bağlanıyor. Yerleşim kışın bir ada, yazın ise yarımada. Nüfusun yüzde 80’i balıkçılıkla geçiniyor. Hal böyle olunca Gölyazı sakinleri göle dair her şeyle yakından ilgili. Göle yazgılı yaşamları...
Bu yazgı, Marmara Bölgesi’nin güneyinde bir bereket odağı olan Ulubat Gölü çevresindeki tüm yerleşimler için geçerli. Burada insanın, yaban yaşamın, tarihin ve geleceğin kaderi ona bağlı. Tektonik kökenli sığ bir tatlı su gölü ama alan olarak Türkiye’nin onuncu büyüğü. Bursa ilinde, Nilüfer, Karacabey ve Mustafakemalpaşa ilçeleri sınırları içinde kalan gölü, Uludağ’ın uzantısı yükseltilerle verimli ovalar çevreliyor. Ve insanoğlu binlerce yıldır geçimini onun sularından sağlıyor. Ulubat Gölü’nün başlıca sakinleri turna, sazan, yayın, yılanbalığı, tatlı su kefali, ringa, İsrail sazanı. Yıllar içinde kirlenmeye bağlı olarak gölün balık çeşitliliğinde ve miktarında büyük düşüşler görüldü; yukarıda adı sayılan türlerden bazılarına artık hiç rastlanmıyor.
AĞLAYAN ÇINAR
Gölyazı’yı anakaraya bağlayan köprüden geçtiğinizde bir ulu çınar karşılıyor sizi. Üzerinde adının "Ağlayan Çınar" olduğu ve 700’lü yaşlarını sürdüğü yazıyor. Koca ağacın içinden gürül gürül gölün suyu akıyor, Ulubat çınara ve tüm çevreye bir öykü ve heybet veriyor. Ulubat Havzası, coğrafi açıdan oldukça hareketli bir bölge. Manyas Gölü ile Ulubat, 1.6 milyon yıl önce başlayan Pleistosen dönemde tek bir göldü ve kuzeyden düzenli olarak denizin istilasına uğruyordu. Günümüzden 18 bin yıl önce ise Marmara Denizi’nin kıyı şeridi (ve Ulubat) günümüzdekine yakın halini aldı.
Efsane ise gölün oluşumunu şöyle açıklıyor: Apollonia kralının güzel kızını, Melde kralı oğlu için ister. Ancak kızın gönlü bir başkasındadır, bunun için varmaz prense. Apollonia kralı da bir tepeye saray yaptırır, kızını buraya saklar. Buna çok kızan Melde kralı "Sizi yok edeyim de görün" der ve Odrysses Çayı’nı Apollonia kentine çevirir. Çay, toprakları su altında bırakır. Kent ve prensesin bulunduğu saray, sularla çevrili birer ada haline gelir.
Ulubat’ın antikçağdaki ismi Apolloniatis Gölü’ydü. Sanat, güneş ve aydınlık Tanrısı Apollon’un bölgenin koruyucusu olduğuna inanılırdı. Göl çevresi tarih boyunca Bithynia, Lydia, Pers, Roma, Bizans ve Osmanlı egemenliğine girdi. Osmanlı döneminde Gölyazı’nın bulunduğu yarımadanın ahalisi balıkçılık, ipekböcekçiliği ve tarımla geçinirdi. Kentin "Apollonia" olan adı da halk arasında zamanla "Apolyont"a dönüştü; hálá da yörede kullanılıyor. Gölyazı ve göl üzerindeki adalarda bulunan kalıntılar, yörenin binlerce yıllık geçmişini gözler önüne seriyor. Belde, arkeolojik ve tarihsel-kentsel sit alanı içinde yer alıyor. Gölyazı’da bulunan, İÖ 4. yüzyıl tarihli sikkelerin önyüzünde Apollon var. Arka yüzündeyse ters bir gemici çapası, A harfi ve gölü simgeleyen kerevit.
ÖZEL KUŞ CENNETİ
Göl etrafındaki yerleşimlerin her biri kendi özel hazinesine sahip. Ayvaköy’deki Ayvaini Mağarası’na tırmanmak doğrusu biraz zahmetli ama buna kesinlikle değiyor. Dağ köyü Dorak ise Ulubat Gölü’nün belki de en güzel manzarasına sahip. Göl, köylülerin ayaklarının altında uzanıyor ama, onun bereketli kıyılarına da bir o kadar uzaklar. Gölyazı’daki Zambak Tepe ile Onaç, Eskikaraağaç ve Uluabat köyleri gölü seyretmek için diğer uygun noktalar. Bu arada Uluabat köyü meydanında İstanbul’un fethinde surlara bayrağı ilk diken Ulubatlı Hasan’ın büyükçe bir heykeli bulunmakta.
Gölkıyı Köyü’nün hemen dışında özel bir "kuş cenneti" bulunuyor. Uzun süre önce köye yerleşen 69 yaşındaki Mustafa Bilgiç, Ulubat Gölü kıyısında satın aldığı arazide bir park alanı oluşturmuş. Bilinçsizlikten şikáyet ediyor Bilgiç: "Burada 200 tane kuş vuranı gördüm. Durum şimdi daha iyi ama gölde kalan kurşunlar ne olacak? Ekologlar geliyor inceleme yapmaya, onlar söylediler. Tonlarca kurşun varmış gölde."
Bilgiç’in parkının yakınında yapayalnız, yaşlı yapı yükseliyor. İpek Yolu’nu aşan eski kervanlara uzun süre hizmet vermiş bu eser Issız Han; kapısındaki mermer kitabede 1394-1395 yılında Celalüddin Eyne Bey Bin Felek Meliküddin tarafından yaptırıldığı yazıyor. Gölü, kuşları kurtarmak için gerekli tedbirler alınacak mı, yoksa onun sonu da yalnızlığa yazgılı bu han gibi mi olacak?
Ulubat Gölü çevresi ideal bir hafta sonu rotası. Fotoğrafa meraklıysanız gölün ve köy sokaklarının çok güzel pozlar verdiğini de hatırlatırım.
BU AYKİ ATLAS’TAN
Sultanın mimarları: Osmanlı’nın yüzünü Batı’ya çevirdiği 18. ve 19. yüzyılda en iddialı projeleri yüklendiler; imparatorluğun başkentine saraylar, kışlalar, camiler, kiliseler yaptılar. Dört kuşak boyunca tarihi yarımadayı, Pera’yı, Boğaz kıyılarını mimari anıtlarla donattılar. Sultanların baş mimarlığını yapan Osmanlı Ermeni ailesi Balyan’ların eserleri İstanbul’u güzelleştirmeyi sürdürüyor.
Taştaki Türkler: Gizemli damgalar, uçan arabalar, göksel yolculuğa çıkan atlılar, hayvan kılığına girmiş insanlar, insan kişiliğine bürünmüş hayvanlar... Şamanlar, savaşçılar, çobanlar... Atlas, Sibirya’dan Hakkári’ye altı ülkede, altmış dört ayrı alandaki kaya resimlerinin sırrını sayfalarına taşıyor.
Mevlana Yolu: Belh şehrinden göç eden Mevlana’nın kafilesi 195 konaklık (6 bin 800 km) yolu aşıp 1221 baharında Anadolu topraklarına girdi. Kona göçe Fırat boyunu izledi, birçok şehirde dura kalka Konya’ya vardı ve kervan orada çözüldü. Atlas ekibi bu güzergáhı adım adım takip etti, yol üzerinde onlardan izler aradı.
Sonbahar şarkısı: Topraklarının yaklaşık yüzde 27’si orman olan Türkiye’de bunun yalnızca yüzde 2’lik kısmı koruma altına alıyor. Ormanların korunması sadece ağaçların değil tüm canlıların da geleceğinin garantisi. Ormanların bu sevinç ve hüznü Kuzey Anadolu’da renk renk yaşanıyor.