Paylaş
Şehirlerin tarihi taş duvarlarından, sıradan yeşil alanlarından, yıl boyunca dikkatimizi çekmeyen ağaçlarından bile çiçekler fışkırıyor. Parklar, mesire yerleri ressamları kıskandıracak renklere bürünmüş. Bu şölenin tadını çıkarın.
Bahar aslında şairlerin ayıdır. Çünkü bu ay, onların mısralarında daha güzel anlatılır. Zaten her baharda insan biraz şair olur. Kimi sevgilisini bahar toprağına benzetir, kimi gökyüzüne onun resmini çizer, kimi gölgelerden esen serin rüzgarda sevgilisinin kokusunu koklar.
Bahar geldi. Hatta bu yıl biraz erken kapıyı çaldı. Kır çiçekleri her zamankinden daha önce yer yüzüne başlarını uzattı. İsterseniz önce Orhan Veli’ye kulak verelim: “Tüyden hafif olurum böyle sabahlar / Karşı damda bir güneş parçası / İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar / Bağıra çağıra düşerim yollara / Döner döner durur başım havalarda”.
Sizin baharla aranız nasıl? Bugünlerde doğaya çıkıp, toprak ananın yüreğinin telaş telaş çarptığını hiç dinlediniz mi? Kırlardaki çiçeklerin en güzel zamanı olduğunu aklınızdan geçirdiniz mi? O güzellik ki, insanın aklını başından alır, şiir yazdırır. İnsan baharda her şeye sevdalanır: Beyaz bulutların oynaştığı masmavi gökyüzüne, laleye, sümbüle, gelinciğe, papatyaya… Daha çok sever, daha çok coşar bu mevsimde. Bahar insana kendini tüyden de hafif hissettirir, çiçek kokulu rüzgarların önüne katıp, masal diyarlarına uçurur.
Sonra Nazım gibi gökyüzüne doğru haykırtır insanı: “Bahar geldi bahar geldi bahar/ bahar geldi ulan/ tomurcuklandı içimdeki kan”.
Sevinç aşısı
Ben baharı çok severim. Her şeye sebepsiz sevinirim. Karşı damdan görünen güneş parçasına, serçelerin cıvıltısına, çingene kadınların köşe başlarına yığdıkları bahar çiçeklerine, şarkıların her türlüsüne, beyaz martıların süzülmesine, daha bir çok şeye sebepsiz sevinirim.
Hele akşam üstlerinde içim içime sığmaz. Güneş batarken çiçekler daha da pembeleşir. Bir nehir gibi akıp giderim diyardan diyara. Gözümü kısıp gökyüzüne baktığımda neler görür, neler duyarım bilemezsiniz. Güneş son ışık damlalarını bırakırken gözlerimi yumup, kendimden geçerim. İçkilerin en lezzetlisini baharda, güneş batarken içerim.
Baharda doğa poz vermeyi, güzelliği ile sizi şaşırtmayı sever. Bence alın fotoğraf makinenizi, çıkın yollara. Adres önemli değil, nasıl olsa her yerde bir başka güzellik karşınıza çıkacaktır.
Bahar, bir ressam gibidir. Sizin için doğayı rengarenk boyar. Önce, eriklerin beyaz çiçekleri verir baharın haberini. Bursa’da da pembe çiçekleriyle şeftali ağaçları onlara eşlik eder. Şeftali çiçekleri tam minik meyveciklere dönüşürken, başta Salihli civarı olmak üzere, beyaz kiraz çiçekleri doğadaki yerini alır. Kiraz çiçekleri kara benzer. Baharın ortasında, ağaca kar yağmış sanırsınız. Kiraz çiçeklerinin verdiği pozları başka çiçekler kolay kolay veremez.
Kiraz çiçekleri meyveyle yer değiştirirken, rengarenk laleler parkları süslemeye başlar. Lalerin yerleşimi çok düzgündür. Kırmızılar bir sırada, sarılar başka, morlar başka sıradadır. Onun için lalelerde disiplinli bir görüntü vardır. Bu düzen bana fazla zevk vermez. İş doğaya kalsa, renkler, sıralar birbirine karışacaktır. Çünkü doğa düzeni pek sevmez. Örneğin papatyaların arasına kırmızı gelincikleri serpeler. İpek yapraklı bu çiçekler de, gözlerden kaçar, laleler kadar övgü alamaz. Lale fotoğrafı çekmek için fazla uzağa gitmeniz gerekmez. Yakınınzdaki parklarda mutlaka rengarenk sizi bekliyordur.
Mor salkım sahnede
Sonra yeşil koruların içinden tepe tepe kızarmaya başlar erguvanlar. Her ne kadar bu mevsim Erguvanlar erken çiçeklendiyse de hâlâ size poz verecek ağaçlar kalmıştır köşede bucakta. Yeşil yamaçlarda sarı katırtırnakları görünür. Yeşil çimenlere katırtırnakları çok yakışır. Sarıyla yeşilin eşleşmesindeki uyumu en güzel ressamlar ve şairler anlatabilir. Çünkü katırtırnağının sarısı, baharın geldiğini söyler. İşte size muhteşem görüntüler. Çektiğiniz her karenin bir tablo kadar güzel olacağından şüpheniz olmasın.
Erguvanlarla birlikte mor salkımlar, leylak renkli çiçekleriyle çardakları örtmeye başlarlar…
Mor salkım, sarılmayı çok sever. En çok da çardaklarla dosttur. Onların üstünü örter, altında oturanlara mor gölgeler sunar. Böylesine güzel bir çardağın fotoğrafını çekmek sizi heyecanlandırmaz mı?
Mor salkım, bütün Türkiye’nin çiçeğidir. Çünkü her iklime uyum sağlar. Onun için Anadolu’da bir çok kahvenin çardağı mor gölgelidir. Ama İstanbul’daki yeri başkadır. Söylencelere göre, Bizans imparatorları moru çok sevdikleri için, mor salkımların köşe bucak her yere dikilmesini buyurmuşlardır. Onun için size poz verecek mor salkımı bulmakta zorluk çekmezsiniz.
Mevlevi geleneğinde, mor salkım selvi ağacının dibine dikilir. Ağaca sarılan bu güzelim çiçeklerin, Tanrı’ya sarıldığı kabul edilir. Antik Yunan’da ise Rüzgar tanrısı Zephyros’un ona aşık olduğu söylenir.
Halide Edip’in izinde
Mor salkımları anlatan nadir yazarlardan biri Halide Edip Adıvar’dır. Onun ünlü “Mor Salkımlı Ev”inin, Ihlamur’a inen dik yokuşlardan birinde olmasını öğrenmek beni şaşırtmıştı nedense. Yazar sokağı anılarında şöyle anlatmıştı: “Bu ev yarım yüzyıldan çok zaman her gece bu küçük kızın rüyalarına girmiştir. Arka taraftaki bahçeye bakan pencereler, çifte merdivenlerin sahanlıklardaki ince uzun pencereleri baştan başa mor salkımlıdır ve akşam güneşinde mor çiçekler arasında camlar ateşten bir levha gibi parlar.” Bu evi aramak bahanesiyle Ihlamur’da sokak sokak dolaşırken, çok güzel fotoğraflar çekeceğinizden emin olabilirsiniz.
Mor salkımlar artık sarılacak çardak, duvar, bahçe çiti bulamıyor. Onun için yavaş yavaş görüntüden çekiliyor. Ama moralinizi bozmayın. Hâlâ bir bahçe duvarında, kurumuş bir ağacın gövdesine yılan gibi sarılmış bir halde, tarihi eser olduğu için yıkılıp apartman haline gelemeyen ahşap bir evin köşesinde fotoğrafını çekeceğiniz bir mor salkıma rastlayabilirsiniz.
Mor salkımlar çardaklara doğru tırmanırken, güller tomurcuklarını patlatmaya başlar. Onlar salına salına açarken, oya ağaçları pembe çiçeklerini takıp takıştırır. Sonra gülibrişim, kırmızı püskülleriyle sahne alır. Onların da çok güzel pozlar verdiğini unutmayın.
Bahar sizi bekliyor, çıkın, gezin, kendinizden geçin.
Paylaş