Ay Tanrıçası Selene ile Çoban Endymion’un aşkına kucak açan Beşparmak Dağları ve bu dağın eteklerinde keşfedilmeyi bekleyen antik geçmiş...
Bu hafta Atlas Dergisi’nden Bedia Ceylan Güzelce ile birlikte Bafa Gölü’nden Milas’a uzanan bereketli topraklarda geçmişin görkemine tanık olacağız.
Latmos’un gölgesi en çok kendine vuruyor. Gün batarken uzadıkça uzuyor dağın silueti. Bu gölge, antik Karia’nin kentlerinden sıyrılıp bugünün yerleşimlerinin üzerinde beliriyor. Ona yaklaştıkça çok eski şeylere ortaklık edeceğimi görebiliyorum. "Burası dünyanın yarısı olsa gerek!" diye düşünüyorum. Latmos’un zirvesine yakın bir yerlerden, aşağılarda uyuyan Bafa Gölü’ne bakarken kendimi mitolojik bir figür gibi hissetmekten alıkoyamıyorum...
Latmos, bugünkü adıyla Beşparmak Dağları, tarih öncesi insanların kaya resimlerini yapmak için seçtiği coğrafyaydı. Hava ve yağmur tanrılarının buluşma noktası, Antik Çağ’ın görkemli limanı, Ortaçağ azizlerinin inziva yeriydi. Gölgesinin düştüğü antik kentler; Latmos, Herakleia, Iasos, Labranda, Miletos, Euromos bu dağın kutsallığı konusunda hemfikirdi. Çoban Endymion ile Ay Tanrıçası Selene’nin aşkı bu dağın ihtişamında yaşanmıştı.
Mite göre kavalından başka hiçbir şeyi olmayan çoban Endymion, nefesiyle hem dağdaki yalnızlığın ve bundan duyduğu mutluluğun, hem de kentlerde yaşayan insanlara duyduğu özlemin nağmelerini üflerdi. Selene de kavalının sesini duyan her canlı gibi ona hayranlık duyardı. Ancak sevgilisi ile her kavuşmasında, bir ölümlü olduğu için, onun biraz daha yaşlandığını görüp üzülürdü. Selene, Zeus’tan onun hiç yaşlanmamasını ve bu mağarada ölümsüz bir uykuya dalmasını diledi. Zeus da Ay Tanrıçası’nın bu isteğini yerine getirdi. Endymion, ayın ışıklarıyla sarmaş dolaş, sonsuz bir uykuya daldı. Bu nedenle ayın dünyada en sevdiği, ışığını en fazla paylaştığı yerin Latmos olduğu ve ay ışığında dağın doruklarının ağardığı söylenir...
İzmir’in 150 kilometre güneyinde, Söke ve Milas arasındaki Latmos, antik Karia’nin kuzeybatı köşesinde. Dağ, Aydın’dan Milas istikametine giderken Bafa Gölü tabelasının arkasından yükseliyor. Büyük bir gölge gibi görünen dağın jeolojik yapısı, onu kolayca ayırt edilebilir kılıyor. Kayalık arazinin kuzeyi granit, güney kenarları kristalli kireç ve güneyi eski tersiyer tortullardan oluşuyor. Antik Çağ’da Bafa Gölü bir körfezdi; Menderes Nehri’nin getirdiği toprakla denizden ayrıldı. Doğal liman olduğu dönemde yöre, ticaret açısından büyük önem taşıyordu. Karialıların Mısır’a bal ve incir ihraç ettiği, şarap yapımında da çok usta olduğu antik kaynaklardan biliniyor. Zeytincilik ve hayvancılık ise bugün yavaş yavaş bırakılsa da, antik çağlardan yakın döneme kadar bölgenin önemli geçim kaynaklarıydı.
TANRI’YA YAKARIŞ
Latmos tanrıları bereket, fırtına, yağmur tanrılarıyla ve yerel bir dağ tanrısıyla birlikte kutsanıyordu. Ortaçağ’da inziva yeri olarak seçilen dağda Aziz Paulos’un IS 955’te ölümünün ardından yaşanan kuraklığı eski kaynaklar söyle anlatıyor: "Kuraklık ve büyük su sıkıntısı Miletos’a çok çile çektiriyordu. Çesitli yerlerden, kırktan fazla köylü burada toplandı. Bunlar Tanrı’ya yalvarış yürüyüşü düzenleyerek ve kutsal şarkılar söyleyerek dağ sırtına tırmandı. Dağın bu kısmı sadece en yüksek yeri değil, aynı zamanda zor tırmanılan bir yeriydi. Dağın doruğunda uzun zamandır kutsal kabul edilen muazzam büyüklükte bir taş görülmektedir." Bahsedilen yer "Tekerlekdağ" olarak bilinen ve yaklaşık 1350 metre yüksekliğe sahip zirveydi. Bu kutsal taş aynı zamanda hava ve yağmur tanrısının ikametgáhıydı.
Bafa Gölü’nün kıyısındaki Herakleia antik kenti, engebeli araziye göre şekillendirilen sur duvarıyla Pergamon ve Assos gibi Helenistik dönemin önemli kentleriyle benzerlikler gösteriyor. Bugün büyük bir kısmı ayakta kalan surların toplam altı buçuk kilometre uzunluğa sahip olduğu ve 65 gözetleme kulesi bulunduğu biliniyor. Anadolu’nun en eski duvar resimleri olduğu düşünülen tarih öncesi kaya resimleri ise sur çevresinin dört bir yanına dağılmış durumda.
Antik kentin kalıntıları arasında kurulan köyün adi Kapıkiri. Sabah erkenden köyü dolaşan süt arabası adeta yeni günü açıyor, bir gün daha başlıyor. Köylü geçimini zeytinden sağlıyor. Evlerinin bir odasını pansiyon haline getirerek yöreye ziyarete gelenlerle yaşamlarını paylaşıyor ve bütçelerine küçük bir katkı sağlıyorlar.
Herakleia’dan ayrıldıktan sonra Euromos antik kentine de uğruyor, Latmos’un gölgesinin düştüğü en uzak noktalardan birine, Iasos’a doğru devam ediyoruz. Kıyıkışlacık Köyü antik dönemin önemli limanlarından Iasos ile iç içe. Iasos, Attika-Delos Deniz Birliği’nin üyelerinden biriydi. Dr. Fede Berti tarafından 1960’tan bu yana yürütülen arkeolojik kazılar ve araştırmalar hálá devam ediyor. Bati limanındaki Bizans Kulesi, yaklaşık üç bin yıllık kesintisiz yerleşmenin göstergesi gibi denizin ortasında, ayakta duruyor. Strabon, Iasos için söyle diyor: "Bir limanı vardır ve halk geçiminin çoğunu denizden sağlar, çünkü denizde balık boldur, fakat ülkenin toprağı çok fakirdir." Artık aradaki açıklık dolmuş, Iasos da bir yarımada halini almış.
GÜBRESİZ BARBUNYALAR
Salı günleri kurulan Milas pazarı Latmos’un gölgesinde yaşayan insanların buluşma yeri. Kapıkiri, Çomakdağ (Kızılağaç), Kazıkıl, Kargıcak gibi çevre köylerden gelenler burada elişlerini yani sebze ve meyvelerini satıyor. Çomakdağ’dan gelen Sadiye Ateşoğlu "gübresiz" diye bağırıyor barbunyaları için. Yanında da kızı oturuyor. Ateşoğlu’nun tek bir isteği var: Kızının okuması. "Yeter ki okusun, ne isterse yaparız" diyor. Yılda 650 ton zeytinyağı üreten köylerine de gidiyoruz. Bir dönem evlerde ipek dokumacılığı yapıldığını anlatıyorlar. Önceleri beş gün sürdüğünü söyledikleri ünlü düğünler ise artık üç güne inmiş.Yörenin köylerinden Kargıcak’ta da 78 yaşındaki Memnune Teyze ile 79 yaşındaki Kadir Akarca’yla tanışıyoruz. İkisi de "hayatımda hiç çiçek yağı yemedim, bir tek zeytin" diyor.
En sonunda Labranda’ya varıyoruz. Labranda, Latmos’un eteklerindeki en görkemli antik kentlerden biri. Çorak arazinin ardından bir vaha gibi beliriyor. Yemyeşil arazinin ve tapınak alanına çıkan kutsal merdivenlerin üzerinden geçerken bir ses duyuyoruz: "Hoş geldiniz." Sesin sahibi antik kentin bekçisi Mehmet Bey. Ailesiyle burada, Latmos Dağı’nın doruklarında yaşıyor. Dağın sırrını belki de en iyi o anlatıyor: "Burada yaşamak için, yalnızca dağı sevmen lazım, başka şeyi değil."
Yola çıkma mevsimi yaklaşıyor. İlginç rotalar arayanlar için Bafa kıyıları ideal bir adres. Yukarıda anlatılanlar size iyi bir rehber olabilir.
ATLAS’TA BU AY
Yüreklerin Ateşi
Mevlana’nın kervanı Belh’ten yola çıktıktan 28 gün sonra bugünkü İran topraklarına girmişti. Kervan’ın yolunu izleyen Atlas ekibinden Hüseyin Keçe ile Özcan Yüksek, bu sayıda Mervanani’nin Anadolu’ya göç sırasında konakladığı şehirlerden biri olan İran’ın doğusundaki Nişabur’a gittiler.
Sırattan sonra son çıkış
Gezegenimiz ısınıyor... Giderek daha çok ısınacak ve insanoğlu kendi elleriyle yarattığı ama asla baş edemeyeceği bir yangının ortasında kalacak. Isınmanın etkilerinin ilk yaşanacağı ülkeler arasında Türkiye de var. Türkiye ve tüm dünya ülkeleri etkili önlemler almazsa çok geç kalınacak. Atlas dergisi son sayısında bu önemli konuya tüm ayrıntılarıyla değiniyor.
Asya Üçlüsü
Atlas’in uzak denizlerdeki gezgini Hakan Öge, Singapur’dan ayrılıp, yakın geçmişe kadar korsanların kol gezdiği sulara girdi. Malezya kıyılarında bralara tutuldu, yıldırımlardan kaçtı. Tayland’da kütükler üstüne kurulmuş köylere konuk oldu. Hakan Öge’nin Güneydoğu Asya denizlerinde yaptığı heyecanlı yolculuk Atlas’ın Mart sayısında.
Apaçi Genocide
Beyaz adamın Amerika’ya ayak basmasıyla Apaçilerin tarihinde katliam ve sürgünlerle dolu sayfalar açılmaya başladı. Atlas Dergisi Apaçiler’in dünyasına girdi. Arizona’daki rezervasyonlarda sürdükleri hayata konuk oldu, en özel törenlerine katıldı.