Paylaş
Kâr amacı gütmeyen bu konferansların amacı yeni ve iyi fikirleri dünya ölçeğinde yaygınlaştırmak.
Konferansların Türkiye ayağı 14 Ocak’ta Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılacak.
Ücretsiz olan konferanslara katılabilmek için, katılımcılardan “yeni bir soru” sorup, buna “yeni bir yanıt” vermeleri isteniyor.
Bilgisayarlardaki “reset” komutu gibi, beyninizi “reset” etmeniz isteniyor. Sorunları çözmek için eski soruları unutup, yeni sorular sormak ve eski yanıtları kafanızdan silip yeni bir yanıt bulmak hedefleniyor.
Türkiye gibi ezberlenmiş sorulara, ezberlenmiş yanıtların verildiği bir ülkede bu sınavı kaç kişinin geçebileceğini gerçekten merak ettim.
Bugün sıkıntısını çektiğimiz sorunlarımızı bir türlü çözemiyor olmamız da bundan kaynaklanmıyor mu?
Bir problemi çözmek için her seferinde aynı yolu izleyip yanlış yanıt bulanların, yöntemlerinden asla vazgeçmiyor olmalarına benziyor durumumuz.
DTP’nin kapatılmasının ardından kurulan partinin, ilk günden itibaren kapatılan partinin hatalarını tekrarlıyor olmasının bir izahı var mı?
Bildiğimiz askeri yöntemlerle terör sorununu 20 yıldır çözememiş olmamıza rağmen, çareyi hâlâ bu yolda aramanın bir anlamı olmadığı gibi, onun da bir anlamı yok elbette.
İçinde bulunduğumuz dönemde ezberleri değiştirmek gerekiyor.
Yeni sorular sorup, yeni yanıtlar bulmamız şart.
Yoksa bin yıl geçse de bu sorunu çözemeyeceğiz ve her seferinde aynı duvara çarpmaya devam edeceğiz!
En son konuşma hakkı Yunanistan’ındır
YUNANİSTAN Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, Fener Patriği Bartholomeos’un sözleri için şunları söyledi: “Rum azınlığın durumundan sorumlu olanlar, onu dikkatle dinlemek zorundadırlar.”
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı azınlıkların hakları ile ilgili çok yazı yazmış birisi olarak şunu söylemek zorundayım: Türkiye’deki Rum azınlıklar ile ilgili olarak bir söz söylemeye en son hakkı olan Yunanistan’dır.
Azınlıkların etnik grup olarak haklarından başka, dini özgürlükleri ile ilgili olarak en son konuşma hakkı da Yunanistan’a ait olmalıdır.
Batı Trakya Türklerinin, kendilerini “Türk” olarak tanımlama hakları bile tanınmıyor.
Batı Trakya’daki camilerin, Türk vakıflarının durumu AB üyesi bir ülke için ancak “utanç vesilesi” olabilir.
Atina, Avrupa’nın bir camiye sahip olmayan tek başkenti!
Türkiye ve Yunanistan, “karşılıklılık ilkesi” gibi aşağılık bir hesap uğruna kendi azınlıklarına yıllardır eziyet çektiriyor ve hiç utanmadan birbirlerini de bunun için suçlayabiliyor.
Bugün Rum azınlığın çektiği sıkıntılar, büyük ölçüde Yunanistan’ın Türk azınlığa reva gördüğü muameleden de kaynaklanıyor.
Yunanistan Dışişleri sözcüsünün sözlerini tersine çevirip tekrarlamak gerekiyor: “Yunanistan’daki Türk azınlığın durumundan sorumlu olanlar, onu dikkatle dinlemek zorundadırlar.”
Göstericiler için de ‘demokratik açılım’!
TEKEL işçilerinin Ankara’daki eyleminde polis tarafından tekme-tokat dövülen işçinin belkemiği kırılmış. İşçinin felç kalma tehlikesinin sürdüğü belirtiliyor.
AKP hükümetinin işbaşına geldiğinden beri bu tür hak arama gösterilerinin üzerine şiddetle gidildiğini biliyoruz.
Haksızlık etmeyelim tabii ki bu hükümetten önce de durum farklı değildi.
Ancak AKP hükümetinin “demokratikleşme” vaadiyle iktidara geldiğini unutmayalım.
AB’ye girmeyi en çok onlar istiyordu, bunun gereklerini yerine getirmek için de onlar çabaladılar.
Ve bu iddiadaki bir hükümetin döneminde bile toplantı ve gösterilerin aşırı şiddet ile bastırılması durumu değişmedi.
Oysa bu konuda verilmiş onlarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var.
Şiddete dönüşmeyen bir gösterinin şiddet yoluyla dağıtılması, insanların dövülmesi, biber gazı kullanılması mahkeme tarafından onaylanmıyor.
Güvenlik güçlerine düşen görev, şiddete dönüşmediği sürece bu tür gösterilerin güven içinde yapılmasını sağlayacak önlemleri almaktan ibaret.
Dilinden “demokratik açılım” sözünü düşürmeyen bir hükümetin, demokratik hakların kullanılmasına karşı şiddete başvurulmasına engel olmak bir yana onaylar gibi bir tutum takınması, söz ile eylem arasındaki çelişkiden başka nasıl yorumlanabilir?
Paylaş