Paylaş
Dün Cengiz Çandar’ın Radikal’deki yazısından öğrendim, durum değişmiş.
Çandar şöyle yazıyor: “İktidarın beyin takımı, bu saçma sapan dış politikayı İngilizce yazdıkları ve dış dünyaya pazarladıkları metinlerde ‘precious loneliness’ (Değerli Yalnızlık) olarak icat ettikleri bir kavramla sunuyorlar”.
Önce şunu söyleyeyim: Suriye diktatörünün kendi halkına karşı giriştiği katliama da, Mısır cuntasının acımasız kitle kıyımlarına da karşı çıkmak, kendisini “insan” olarak tanımlayan herkesin boynunun borcudur.
Kısa ya da uzun vadeli siyasal çıkarlar uğruna bu katliamları kınamamak, bunların gerçekleşmesine gözlerini kapamak alçakça bir tutumdur.
Aynı şekilde katliamcılar arasında ayrımcılık yapmak da alçaklıktan başka bir şey değildir.
İnsani kavramlarla tutarlılık, bunlara karşı çıkıldığı kadar Bahreyn ve Sudan’daki kıyımlara da karşı çıkmayı gerektirirdi.
Maalesef hükümetimizin görüş açısına bu katliamlar hiçbir zaman girmedi. Onun için şimdi çıkıp Suriye ve Mısır katliamlarını görmezden gelenlere verip veriştirmeleri inandırıcı olamıyor.
İktidarın beyin takımının yeni pozisyonlarını “değerli yalnızlık” olarak tarif etmeleri bu nedenle anlamlı değil.
Dış politikada “yalnız kalmak” politikanın iflasından başka bir anlam taşımaz.
Evet, katliamlara karşı çıkmak konusunda yalnız kalmak vicdani açıdan belki yüceltilebilecek bir durumdur ama bir dış politika değildir.
Buna neyin yol açtığı belli: Dış politikayı oluşturup yürüten iki kişi, Başbakan ve Dışişleri Bakanı, Suriye ve Irak konusundaki dış politikalarında mezhepçi bir tavra kendilerini kaptırdılar.
İran ile yolları bundan ayrıldı. Suudi Arabistan ve Bahreyn ile Arap Baharı sırasında canciğerdiler, Mısır’daki askeri darbe onlarla da yolların ayrılmasına neden oldu.
İsrail ile ilişkiler, Mavi Marmara katliamından beri zaten yok sayılıyor.
“Bölgenin yumuşak büyük gücü, Ortadoğu halklarının ağabeyi” olma hayalleri yerini “yalnızlığa” bırakmış bulunuyor.
“Bölgesel güç olmakla yetinmeyeceğiz, dünya gücü olacağız” hayalleri, beceriksiz bir dış politikanın duvarlarına çarpıp, paramparça oldu!
Hayır, demokrasinin sorgulanmasına gerek yok
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Mısır’daki askeri darbeyi kınamayan Batılı ülkeleri her konuşmasında eleştiriyor.
Gerçi darbecilere ve katliamlara açıkça arka çıkan Suudi Arabistan rejimine karşı bir şey söylediğini duymadık ama darbeye sessiz kalan Batılı ülkeler konusundaki eleştirilerine katılıyorum.
Demokrasi bir insanlık değeriyse ki öyledir, Batılı ülkelerin Hollanda ve Danimarka gibi davranmaları ve Mısır’ın katliamcı yeni rejimiyle ilişkilerini dondurmaları gerekirdi.
Ancak Başbakan’ın böyle davranmayan Batılı ülkeleri eleştirirken kullandığı sözlerde de sorun var.
“Batı’nın Mısır tavrı demokrasinin sorgulanmasına yol açar” diyor.
Hayır, yanılıyor, böyle bir yol açmaz!
Sadece o ülkelerde iktidarda olanların samimiyetlerinin sorgulanmasına yol açar, hepsi bu kadar.
Darbeye karşı sessiz kalan ülkelerde iktidarlar, medyada da, muhalefet partilerince de, insan haklarını savunan sivil toplum kuruluşlarınca da eleştiriliyorlar. Bunu sağlayan şey de o ülkelerde demokrasinin varlığıdır.
Başbakan’ın bu sözleri söylemesine neden olan asıl konu ise kendi demokratlığının tartışılıyor olmasıdır.
Türkiye’deki hak ihlalleri, basın özgürlüğünün yerle bir edilmiş olması gibi sorunlar nedeniyle eleştiriliyor ve bu eleştirilere karşı söyleyebileceği söz “Siz Mısır’daki tavrınıza bakın”dan ibaret!
“Demokrasiyi tartışılabilir bir kavram” olarak sunuyor, çünkü kendisi bu kavramı içselleştirebilmiş değil.
Sorun ölü sayısında değil
-MISIR darbecilerinin masum insanlara uyguladığı şiddet ve Batılı bazı ülkelerin buna karşı seslerini yeterince yükseltmiyor olmalarının Başbakan’ın ana temalarından olmasının bir nedeni de kendi tutumuna meşruiyet kazandırma çabasıdır.
Silahsız bir protesto gösterisine katılan insanların üzerine kurşun sıkmakla, hedef gözeterek kafalarına doğru gaz fişeği atmak özünde aynıdır çünkü.
Ankara’da silahsız bir göstericinin kurşunla öldürülmesini, adliyesi ve polisiyle meşru bir savunma eylemi imiş gibi göstermeye çalışanların, “Meydanların temizlenmesi emrini ben verdim” diyenlerin bu konuda söyleyebilecekleri fazla söz olmamalı.
Türkiye’deki “Meydanları temizleyin” emriyle Mısır İçişleri Bakanı’nın “Ülkenin hiçbir yerinde, hiçbir meydanında başka bir oturma eylemi düzenlenmesine izin vermeyeceğiz” demesi arasında ne fark var?
Birinde polis “Destan yazıyor”, diğerinde asker!
Türkiye’deki protesto eylemlerinde hayatlarını kaybedenlerin sayısının Mısır’dakinin yanında çok az kalması durumu değiştirmez.
Mesele kaç kişinin öldüğü ile ilgili değildir.
Ellerinde silah olmayan insanların protesto gösterilerinin üzerine silahlı güçlerinizi salıyorsanız, ha bir kişi ölmüş, ha bin kişi, sonuç aynıdır!
Orada bir zulüm vardır!
Paylaş