ARKADAŞIMIZ Faruk Bildirici’nin bugün Hürriyet’te başlayan yazı dizisi, Karadeniz’in güzel kenti Trabzon’un çok ilginç bir fotoğrafını çekiyor.
Bildirici, izlenimlerini yazarken Trabzon’da yerleşik birçok önde gelen kişiyle görüşmüş. Bunlardan biri de Trabzon Valisi. Vali Bey, gerçekten ilginç bir tip. Bildirici’ye anlattıklarının içinde şöyle bir bölüm de var: "PKK bu yörelere gelememişse bunun nedenlerinden biri, bu insanların silah sevgisidir. Bu insanlar kırsalda da olsa hepsi silah taşıyor. Biz isteyene ruhsat veriyoruz. Tabii şartları taşıyanlara. Kayıtlı silahtan korkmamak lazım. Ruhsatlı silahtan balistik örnek alınır, takibi kolaydır. Ruhsatlı silahla işlenen suçlar yüzde 3 civarında."
Valinin sözlerini okuyunca irkilmemek elde değil.
Peynir-ekmek gibi silah ruhsatı dağıtmanın böyle gerekçelendiriliyor olmasına gülsem mi, ağlasam mı bilemiyorum.
Ama herhalde en tuhafı, "PKK’nın Karadeniz’de etkinlik kuramamış olmasını, halkın silah taşımasına bağladığı" sözleri.
Demek ki Vali Bey’e göre terörle mücadele çok kolay: Herkese bir silah dağıtacaksın, gör bakalım bir terörist burnunu dışarı çıkarabiliyor mu? Demek ki PKK’nın Güneydoğu’dan kökünün hálá kazınamamış olmasının bir nedeni de bu. Ama orada soru farklı sanırım: Güneydoğu halkı silah taşıdığı için mi, taşımadığı için mi güvenlik güçleri kesin bir başarı sağlayamıyor, orası biraz karışık!
Vali Bey çocukluğunda seyrettiği kovboy filmlerinin çok etkisi altında kalmış olmalı.
Herkesin kendi sorununu belindeki silahıyla çözdüğü, hızlı silah çekenin söylediklerinin kanun olduğu bir düzen.
Acaba Vali Bey’e, "Trabzon Şerifi" unvanı da mı verilse?
TBMM Başkanı da ’misyonerlik’ yaptı
HIRİSTİYAN ve Müslümanlar için başka dinlere mensup insanları ikna ederek kendi dinlerine döndürme çabası yeni bir şey değil.
Bu nedenle bazı Hıristiyan kiliselerinin, Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkede "misyonerlik" faaliyetleri yürüttüğü de bilinen bir gerçek.
Türkiye’de bu tür misyonerlik faaliyetlerine çok kızan bir çevre var. Neden kızdıklarını anlayabilmem de o kadar kolay değil. Müslüman Türklerin inançları bu kadar zayıf mı ki, iki tane papaz "Hıristiyanlık propagandası yaptığı için" ülke tehlikeye girmiş olsun?
Öte yandan benzeri bir faaliyeti Müslüman Türkler de dünyanın her yerinde sürdürüyorlar. Fethullah Hoca’nın dünyaya yayılmış okulları, Avrupa’da faaliyet gösteren tarikatlar, cemiyetler bütün bu çabanın bir sonucu değil mi?
Hafızası güçlü olanlar hatırlayacaklardır. TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, Japonya gezisi sırasında söylediği sözler benim hálá aklımda. Dileyen 4 Haziran 2003 tarihli gazetelere internetten ulaşıp, bu sözleri okuyabilir.
Arınç, 1600 yıldır Şinto dinine inanan Japonlara bakın ne diyordu: "Türkiye’ye bu kadar uzak bir ülkede bir cami görmekten mutluyum. Umarım Japonlar da İslam’ı tanıdıkça, bu camiye gelip ibadet edenleri gördükçe hak dinine intisap edeceklerdir."
Bu sözleri bir Hıristiyan devlet adamı, mesela Trabzon’da ziyaret ettiği bir kilisede söylese, tepkimiz ne olurdu? Düşünmek bile insanı ürkütüyor!
Şöyle düşünelim: Biz oralarda Müslümanlık propagandası yaptığımız için insanlar kitleler halinde din mi değiştirdiler? O ülkeler bağımsızlıklarını mı kaybettiler?
Bu sorulara vereceğiniz yanıt, burası için de geçerlidir. "Misyonerlik" faaliyetleri üzerinden akıl almaz komplo senaryoları yazanların bir tek amacı var: Türkiye’yi karıştırmak!
Türkiye için asıl tehlike böyleleridir, iki tane saf papazın duası değil!
Dünyadan habersiz grafiker aranıyor
GEÇEN gün "mütedeyyin" (dinine bağlı, dindar) gece bekçisi arayan bir kuran kursu ilanından söz etmiştim. Dün aynı gazetede, Vakit’te benzer bir ilan daha yayımlandı. İlan şöyle: "Mütedeyyin Grafiker Aranıyor.-İyi derecede Arapça ve İngilizce bilen; Photo-Shop ve Quark Ekspres programlarına vákıf, kartel medyasında çalışmamış, kartel televizyonlarını izlemeyen, herhangi bir mütedeyyin kurumdan referansı olan, Kur’an Kurslu veya İmam-Hatip mezunu grafiker aranıyor."
Gece bekçisi arayan kuruluş sadece "mütedeyyin olma" özelliği arıyordu, bu reklam ajansı ise şartları daha belirginleştirmiş. "Kartel medyasında çalışmamış" olmak, Türkiye’nin en çok okunan yayın organlarında çalışmamış olmak anlamına geliyor. "Kartel televizyonu seyretmemiş olmak" da ülkenin neredeyse tümünün izlediği programları izlememiş olmayı gerektiriyor. Böyle dünyadan habersiz bir grafiker, reklam ajansının ne işine yarayacak, orası meçhul. Ama görüyorsunuz, belirli bir çevre durup dinlenmeksizin toplumumuzu bölmek peşinde.
Yakında ilanlarına "ailesindeki kadınlar türbanlı olan" şartını da koyarlarsa hiç şaşırmayacağım. Bu ülkede yıllardır herkes inancını kendi bildiği gibi yaşıyor. Şimdi bu insanlar arasında bu tür ayrımcılıklar yaratmak, bölücülükten başka bir şey değil.
Ülkemizin gerçek "mütedeyyinlerinin" bu manzaraya bakıp ne kadar üzüleceklerini de kolayca tahmin edebiliyorum.