Paylaş
Apo, Demirtaş’ın kızları için iki tane imzalı “selam kartı” yazmış.
Küçük kızlar hangisinden daha çok mutlu olurlardı bilemedim, Justin Bieber imzalı kartlardan mı, Apo’nun selam kartlarından mı?
Yanıtını merak ettiğimden sormuyorum tabii! Apo’nun bazı insanlarımız için nasıl bir anlam ifade ettiğine dikkatinizi çekmek için bu ayrıntıyı aktardım.
Demirtaş da, Apo Türkiye’ye getirildiğinde üç aylık stajyer avukatmış, yakalanma haberini radyodan gözyaşları içinde dinlediğini anlatıyor, şöyle diyor:
“Benim için çok heyecan vericiydi. İlk odaya girdiğimde kendisi ayaktaydı. Birkaç saniye bakıştık ama uzun uzun el sıkıştık. Ben de elini bırakmak istemedim o da elimi bırakmak istemedi. Büyük bir sevgisi, sempatisi olduğunu hissettim. Ben de uzun süredir görmediğim bir akrabamı görmüş gibi bir hissiyat içindeydim. Tabii saç sakal kırlaşmış. İnsan sevgisiyle dolu, konuşurken, tartışırken. Benim için muazzam bir deneyimdi”.
Demirtaş’ın kişisel bu gözlemleri önemli ve değerli. Çünkü Apo’nun Nevruz nedeniyle yapacağı çağrının nasıl bir sonuç yaratacağı ile ilgili merakı gidermeye yeterlidir diye düşünüyorum.
Demirtaş’ın, Apo ile ilgili hislerinin kişisel olmadığına dikkat çekmek için aktarıyorum.
Belli oldu ki Apo’nun çağrısı, Türkiyeli Kürtler içinde önemli bir yanıt ve destek bulacak, çünkü o artık Kürtlerin bir bölümü için kült bir lider.
Böylece önemli bir aşamaya geldik. PKK sınır dışına çekilecek.
Bu konu konuşulmaya başlandığından beri şöyle bir tepki de var: Güçlerini toplayıp geri gelirlerse ne olacak?
Ellerinde silahlarıyla geri gelmemelerini sağlamak da bugünkü hükümetin işidir. “Ustalık” gösterilecekse, şimdi gösterilecek.
Haydi, serçelerimizi sayalım
DÜN Dünya Serçe Günü’ydü! Hayır, Edith Piaf ya da Sezen Aksu ile bir ilgisi yok. Bildiğiniz uçan serçelerden söz ediyorum.
Hayatımız içindeki varlıklarına o kadar alışkınız ki çoğu zaman onları fark etmiyoruz bile.
Onlarla benim en yakın ilişki kurabileceğim yer Bebek Bar’dır. Dışarıda oturuyorsanız, masanıza konarlar, size, çıkardığınız seslere, el kol hareketlerinize hiç aldırmadan leblebilere, fındıklara ortak olurlar.
Boşalmış masalardaki kırıntıları temizlemek de onların işidir, dünyanın en cesur serçeleri Bebek’te yaşar.
Varlıklarını çoğu zaman fark edemiyoruz ama yokluklarını kolayca fark edebiliriz. Ve ne yazık ki serçeler de kentleşmeden, hava kirliliğinden etkileniyorlar.
Sadece İngiltere’de son 40 yılda serçe nüfusu 20 milyon azalmış. Bütün Avrupa’da benzer bir tablo var. Türkiye’deki durumu doğal olarak bilmiyoruz, sayı saymayı bilmediğimizden olsa gerek.
Doğa Derneği, Dünya Serçe Günü nedeniyle herkesi dört gün boyunca yaşadığı yerdeki serçeleri saymaya davet ediyor.
Doğa Derneği Genel Müdürü Engin Yılmaz “Şu bir gerçek ki bugünkü hayat biçimimiz birçok şeyi yok ederek mazide bırakıyor. Serçeler de bunlardan biri. Sayıları tüm dünyada hızla azalıyor. Bizim de amacımız bu sadık dostlarımızın kimse farkına varmadan hayatlarımızdan çıkıp gitmesinin önüne geçmek. Bunun için onları daha fazla izlememiz, ciddiye almamız gerekiyor. Bu nedenle herkesi dört gün boyunca serçeleri saymaya çağırıyoruz” diyor.
Gözlemlerinizi ve yaptığınız sayımı Doğa Derneği’nin internet sitesinde herkesle paylaşabileceksiniz.
‘Orantısız tepki’ mi dediniz?
BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İmralı tutanaklarının gazetelerde yayımlanması üzerine gösterdiği tepkiyi dün şöyle yorumladı: “Sayın Başbakan ile benim birbirimize çok benzeyen bir yönümüz var. Bile bile yalan yazanları ya da bile bile kötülemek için yazanları, en mukaddes saydığımız değerlere bilerek düşmanlık yapanları hazmedemiyoruz. Onun için bazen orantısız tepkiler verebiliriz. Kendimizi kontrol etmeye çalışıyoruz. Bu kadar risk aldık, bunu baltalamaya çalışıyoruz diye düşünebiliyoruz. Bizi mazur görün. Tıpkı bizim de zaman zaman sizi mazur gördüğümüz gibi”.
“Orantısız tepkinin” nasıl sonuçlar doğurduğunu örneklerden biliyoruz. Günün moda deyimiyle, birçok yazar ile gazetesinin “yolları ayrıldı”!
Arınç şöyle diyor:
“Olay, hükümetin tavrından ziyade, medya patronlarının tavrı olarak görülmelidir”.
Bülent Bey yanılıyor, bu olayı medya patronlarının tavrı olarak göremeyiz, bu tamamen Başbakan’ın tavrından kaynaklanıyor.
Hasan Cemal olayında, Başbakan’ın telefonda gazetenin patronuna “orantısız tepki” verdiğini artık herkes biliyor. Zaten Allah’ın bildiğini kuldan saklamanın gereği olmadığını Arınç da biliyordur. Danışmanının elinden telefonu aldığını, ondan sonra “orantının” tamamen kaybolduğu anlatılıyor.
Bülent Bey’in Hasan Cemal için bildirdiği üzüntünün samimiyetine de inandığımı ifade edeyim.
Evet, dün de yazdım, bazı aracılar türedi ve bunlar kendilerine bir iktidar alanı yaratmak için Başbakan’ın adını kullanarak haberlere, köşelere müdahale etmek istiyorlar ama Hasan Cemal meselesinde durum farklı.
Eskiden de böyle şeyler olduğunu duyardık. Bir başbakanın ya da genel başkanın, gazete patronlarını arayıp bazı haberlerden, yorumlardan yakındıkları bilinirdi.
Ama kimse bu nedenle işini kaybetmezdi. Şimdi kaybediyorlar.
Olabilir, mesleğimizin kendine özgü risklerinden biri de budur, bunun için ağlayıp sızlamaya da gerek yok.
Ama unutmamak gerekir ki böyle şeyler gerçek demokrasilerde yaşanmıyor.
Orada da kuşkusuz hükümetler, kendilerini eleştiren gazetecilerden hoşlanmıyor, işin doğası bu.
Ama kimse bu nedenle susturulmuyor, bunu tekrar hatırlatayım.
Paylaş