ULUSLARARASI İnsan Hakları ve Soykırım Enstitüsü tarafından Toronto’da düzenlenen bir toplantıda ilk kez Türk ve Ermeni diplomatlar bir araya geldiler. Bu toplantıyla ilgili haberi bugün Hürriyet’te okuyacaksınız.
Toplantıda konuşma yapan bir Türk diplomat şöyle diyor: "Türk halkı soykırım yapmış insanların torunları olduğunu asla kabul etmeyecektir."
Bu sözler aynen böyle mi söylendi yoksa haberde ortaya konulamamış bir nüans var mıydı, bilemiyorum.
Ama eğer bu sözler aynen böyle söylendiyse itirazım var.
Türk halkının kabul edemeyeceği şey, soykırım yapmış insanların torunu olmak değil, soykırım yapılmış olduğunu kabul etmektir diye düşünüyorum.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında, imparatorluğun doğusunda ve batısında çok ciddi suçların işlendiğini biliyoruz: Etnik temizlik, zorla göç ettirme, yollarda insanların hastalıklardan kırılmasına göz yumma ve doğrudan kıtal!
Ama herhalde bunların hiçbiri sistematik bir soykırıma karşılık gelmiyor olmalı.
Atalarımızın yaptıkları, günahıyla sevabıyla bize aittir ve bizimdir. Yeter ki tarihi gerçekler, bir halka karşı topyekûn saldırı için saptırılmasın.
Hoşgeldiniz, ne zaman gideceksiniz?
DOĞAN Yayın Holding tarafından düzenlenen "Anadolu’daki Avrupa" toplantılarının Eskişehir Buluşması’na katıldım.
Eskişehir, üniversiteleriyle, yarattığı markalarıyla ve ciddi sanayi kuruluşlarıyla ülkemizin önde gelen kentlerinden biridir.
Ve bu kenti İstanbul’a bağlayan doğru dürüst bir karayolu yok. Akdeniz ve Ege’deki limanlara bağlayan yolu da yok. Havaalanı da yok. Demiryollarımızın durumu herkesin malumu. Bu olumsuzluklara karşın ortaya konulan büyük ekonomik başarı da herhalde halkımızın yaratıcılığının ve direnme gücünün bir sonucu olmalı.
Eskişehir’deki toplantıda Sivrihisar Belediyesi tarafından bastırılmış bir kitap hediye edildi bana. Nasreddin Hoca’nın "Dünyanın merkezi burasıdır" dediği Sivrihisar’da kullanılan ilginç halk deyişleri de kitapta yer alıyor.
Şu çok hoşuma gitti, sizinle de paylaşayım istedim: Hoşgeldiniz, ne zaman gideceksiniz?
İstikrar, demokratik uzlaşmayla mümkün olur!
TÜRKİYE 1974 seçimlerinden beri aradaki Anavatan Partisi hükümeti hariç koalisyon hükümetlerince yönetildi.
Demokratik uzlaşma kültürünün gelişmemiş olmasının bir sonucu olarak 12 Eylül öncesindeki ve sonrasındaki bütün koalisyonlardan bize kalan bir miras var artık: "Siyasi istikrar" çoğu kişi için "olmazsa olmaz" bir durum. Bunu istememizin tek nedeni de ekonomimizin"kırılgan" yapısı, siyasi gerilimlerden çabuk etkilenebiliyor olması.
"Siyasi istikrar"dan anladığımız şey ise yakın zamana kadar çok basitti: Tek parti hükümeti.
Bu açıdan son üç yılın bize öğrettiği bir şey de var: Tek parti hükümeti demek tek başına siyasi istikrar anlamına da gelmiyor.
Nitekim TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi’nde yapılan konuşmalara bakarsanız tek parti hükümetinin yaptığı ya da yapmadığı bazı şeyler de "siyasi istikrarı" tehdit edebiliyor. Birdenbire ortaya çıkan ve toplumu bir anda ikiye bölen tartışmalar, Ömer Sabancı’nın deyişiyle "ekonomide tedirginlik örtüsü" oluşturuyor.
İstikrarı sağlamanın bazı partileri Meclis dışında bırakacak yüksek barajlı bir seçim sistemiyle ilgisinin olmadığını da TÜSİAD yöneticilerinin ağzından duyduk.
Seçim barajının indirilmesi yönündeki taleplerin iktidar ve ana muhalefet tarafından dikkate alınmayacağına hiç kuşku yok. Nitekim her iki cepheden ilk gelen açıklamalar bunu ortaya koyuyor.
Türkiye’de seçmenin önemli bölümünü temsil edilemez hale getiren yüksek bir seçim barajı var. Ve kişisel görüşüm şu ki, aslında siyasi istikrarın sürekli kılınabilmesinin önündeki engel de budur.
Toplumdaki her görüşün TBMM çatısı altında ifade edilemiyor olması, demokrasiye inananlar için kabul edilebilir bir durum olmamalı.
Bu durumda yapmamız gereken şey öncelikle ekonomi ile siyaset arasındaki etkileşimi ortadan kaldırmak. Bu da devletin ekonomik yaşamdan elini eteğini çekmesi ile mümkün olabilecek bir şey.
Ve ikinci önceliğimiz de herhalde demokratik uzlaşma ve birbirinin görüşüne tahammül edebilme kültürümüzü geliştirmek olmalı.
Ama ağızlarını açtıklarında mahalle kahvesinde söylenebilecek sözleri söyleyen bir siyasetçi yapısından kurtulmadığımız sürece bunun da mümkün olamayacağını görmek gerek.