ESKİŞEHİR Garı’nda hızlı trenin açılış törenine katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto eden 8 ÖDP’li genç polis tarafından gözaltına alınarak, Eskişehir Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü.
Gözaltına alma sırasında çekilen fotoğraflara bakınca gençlerin olayı "hafif hasarla" atlatması şans olarak görülebilir.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, seçim bölgesi Afyon’da kendisinden iş isteyen kadınlara şöyle dedi: "Evdeki işleriniz yetmiyor mu?"
Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker de Bitlis’te partisinin seçim bürosunu ziyaret etti.
Orada bir genç kendisine "Sayın Bakanım, bir soru soracağım" diye seslenince bakandan şu yanıtı aldı: "Artistlik yapma!"
Söz konusu genç olay yerinden korumalar tarafından uzaklaştırıldı. Bu arada bir iki tekme yedi mi, bilemiyorum.
Bütün bunlar yaklaşık 24 saat içinde oldu.
AKP’nin, demokrasi, fikir özgürlükleri, düşüncelerin açıklanması konusundaki samimiyetini test eden turnusol káğıtları gibi hepsi!
Bunun da ötesinde AKP yöneticilerine hákim olan bir ruh durumuna da işaret ediyor.
Bulundukları koltuklara o insanların teveccühleriyle değil de sanki doğuştan gelen bir hak ile sahip olmuşlar gibi bir havaları var.
Burnu havada bir nobranlık tepeden tırnağa sirayet etmiş bulunuyor.
Bunun sıradan insanların gözünden kaçtığını zannediyorlarsa bence yanılıyorlar.
Şöyle bir aynaya bakıp, yaptıklarını hatırlamaya çalışsınlar.
Bu yaptıklarının, çok eleştirdikleri tek parti dönemi siyasetçi ve bürokratlarının yaptıklarından bir farkını görebiliyorlar mı?
Doğru dürüst adı olmayan kuş
GEÇEN gün aldığım bir e-postada yine aynı şeyler yazılıydı. "Yine" diyorum çünkü nedense bu kampanya arada bir yeniden ısıtılıp, bir e-posta tacizine dönüştürülüyor.
Mektupta "Türkiye, hindi değildir" diye bir slogan var ve Türkiye’nin İngilizce "Turkey" olarak tanımlanmasından duyulan rahatsızlığı dile getiriyor.
Mektubu okurken, lezzetli bol etiyle bir zamanlar insanları ciddi bir açlık tehlikesinden koruyan o kel kafalı gariban kuşun talihsizliğini hatırladım.
Talihsizliği şu ki, bu kuşun, üzerinde fikir birliğine varılmış bir adı bile yok!
İngilizler, bu kuşa ticaretini yapanların etnik kökenleri nedeniyle "Türkiye horozu" derlermiş, zamanla "turkey" o dile iyice yerleşmiş. İngilizler, aynı dönemde Meksika kökenli mısıra da bu nedenle "Türkiye mısırı" derlermiş.
İşin ilginç tarafı bizim ve başka birçok milletin bu kuşa "hindi" adını vermelerinin nedeni de çok benziyor.
Bunun nedeninin de İspanyol sömürgecilerin o vakitler "Hindistan" zannedilen Amerika kıtasından bu kuş ile birlikte dönmüş olmaları.
Acaba Hindistan’da da "Hindistan, hindi değildir" gibisinden kampanyalar yürüten var mıdır?
Benzer bir sorun Peru halkı için de geçerli. Portekizliler de, yine kuşun anavatanından yola çıkarak bu kuşa peru diyorlarmış.
Hazır yeri gelmişken maçlarda "bir baba hindi" tezahüratı yapmayı sevenlere de bir uyarı notu vereyim:
Hindiler, cinsel birleşme olmadan üreyebilen en büyük canlılar. Döllenmemiş yumurtadan üreyen hindi civcivlerinin hepsinin erkek ve kısır olduğunu söyleyeyim.
Yani "bir baba hindi, şuna bindi, bundan indi" gibi övünmeler pek o kadar da anlamlı kaçmıyor, haberleri olsun! (Bu bilgileri John Lloyd ve John Mitchinson tarafından yazılan "Cahillikler Kitabı" isimli eserden aktardım.)
Eğitim şart ama!
HER fırsatta eğitimin önemine dikkat çekiyoruz ama eğitimcilerin eğitimi konusunu ihmal ettiğimiz de bir başka gerçeğimiz.
Tarih Vakfı, beş yılda bir ders kitaplarını tarıyor. 139 ders kitabının incelenmesinden sonra da bir rapor yayımlandı. Perşembe günü kamuoyuna duyurulan bu raporun tam metnini www.tarihvakfi.org.tr adresinde bulup, okuyabilirsiniz.
Kaba bir özet verecek olursam sonuç şu: Beş yıl önceki raporda tespit edilen, ırkçı, din ve cinsiyet ayrımcısı yaklaşım aynen sürüp gidiyor! Üstelik bu kitapların büyük bölümü bu süre içinde yenilenmişti! (Sözde yenileme mi desem?)
Milli Güvenlik kitabından tutun da müzik kitabına ve hatta matematik kitabına kadar hemen tüm kitaplarda hamasi bir milliyetçilik ve İslámcılık elle tutulur halde. İlköğretim müzik öğretmen kılavuzundaki şu cümleye bakın: "Batır Karadeniz’e, hamsilere yem olsun diyeceğim ama gávur etiyle beslenen hamsiden hayır mı gelir?"
Ve en kabasından bir cinsiyet ayrımı da bu kitapların ortak özelliği! Erkek çalışan, üreten olarak konumlanırken, kadınlara biçilen rol evde oturup, çamaşır, bulaşık yıkamak, yemek yapmakla sınırlı!
Kitaplardaki öğrenci çizimlerinde bile erkek çocuklar hem sayıca daha fazlalar hem de erkek çocuklar çalışır ya da oynarken gösterilirken, kız çocuklar ellerinde bir bez bebekle bir kenarda onları seyreder konumda!
Okullarda verilen eğitim böyle olunca, maçoluğun, içi boş hamasetin, siyasete alet edilmiş bir İslamcılığın toplumda prim yapmasına şaşmamak gerekiyor.
Raporu okuduktan sonra şunu düşündüm: İyi ki kızım büyümüş ve bu eğitimden kurtulmuş!