İSTANBUL İl Milli Eğitim Müdürlüğü, tam gün eğitim verilen okullardaki öğlen yemeklerini kaldırdı.
Milli Eğitim Müdürü’nün açıklamasına göre kararın nedeni "Tam gün eğitim verilen okullarda yemek verilir" şeklinde bir yönetmeliğin olmaması.
NTV’nin internet sitesinde de yemek yasağının nedeni "Çocuklar yemekten zehirlenirse hesabını kim verecek" ve "bazı okul yöneticilerinin yemek fabrikaları ile anlaşarak bu işten çıkar sağlaması".
Tam bizim Milli Eğitim’in geleneksel felsefesine uygun bir tutum yani: Okullar olmasa maarif ne güzel idare edilirdi!
Çocukların zehirlenmeyeceği koşullarda yemek üreten ciddi kuruluşlar ile çalışmak ya da yolsuzluk yapanlar varsa bunları yakalayıp cezalandırmak yerine yemeği yasaklamanın bundan ne farkı var?
Dün de Milli Eğitim Bakanı, orta öğretim kurumları sınavlarındaki değişiklikleri anlatırken "Tost yiyen, test çözen çocuklar yetiştirdik" diye yakınıyordu.
Öyle görünüyor ki bu bakan döneminde çocuklar tost yiyerek "beslenmeye" devam edecekler.
Cecilia Sarkozy’nin verdiği ders
FRANSA Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin eski eşi Cecilia Sarkozy’nin yaptığını, bu dünyada kaç kadın başarabilirdi?
Gerçekçi bir yanıt verebilmek elbette çok zor ancak şunu söylemek mümkün: Çok az kadın bunu yapabilirdi!
Doğu’nun az gelişmiş ülkelerinde de, Batı’nın çok gelişmiş ülkelerinde de değişmeyen bir gerçek var: Kız çocukları, "birilerinin eşi olsunlar diye" yetiştiriliyorlar.
Onlara kendi başlarına bir birey oldukları ve hayat içindeki konumlarının eşlerinin kim olduğu ile değil, kendilerinin kim oldukları ile belirleneceği öğretilmiyor.
Bu nedenle dünyanın en iyi okulundan mezun avukat Hillary Clinton ile küçük bir Anadolu kasabasındaki esnaf Ahmet Bey’in eşi Necla Hanım arasında da bir fark olmuyor.
Her ikisi de yaşam içindeki konumunu koruyabilmek için kocasının her yaptığına katlanabiliyor, bunu kendisi için meşrulaştıracak "yuvamı kurtarayım" gerekçesinin arkasına saklanabiliyor.
"Kurtarılacak yuvanın", kendisi için de, eşi için de aslında bir tür kafes olduğu gerçeğini duymak bile istemiyor.
Cecilia Sarkozy’nin, "first lady" olmaktan vazgeçebilmesi bu açıdan bakınca önemli bir örnek.
Cecilia, bitmiş bir evliliği yürütmek için olmadık şeyler yapmaya çalışmak yerine "huzur ve sükuneti" tercih etti.
"Bir gün geliyor çift yaşamında kendi yerini bulamıyorsun; bu evliliğin yaşamının en önemli parçası olmadığını düşünüyorsun ve işlerin yürümediğini anlıyorsun. Gerekçeler her zaman açıklanamıyor" diye anlatıyor.
Fransız Cumhurbaşkanı’nın eşi olmanın kendisine sağlayacağı her türlü olanaktan vazgeçebiliyor.
Bilmem kim beyin eşi olarak mutsuz bir evliliği sürdürmektense, mutlu bir sade insan olmayı tercih ediyor.
Böyle olduğu için de yeni yetişmekte olan küçük kızlar için, parlak unvanların arkasındaki mutsuz kadınlardan çok daha iyi bir rol modeli olmayı hak ediyor.
Erkek giyimi tesettüre uygun mu?
MİLLİ Gazete yazarlarından Mine Alpay Gün’ün yazdığı bir yazı geçen haftanın sıcak gündemi nedeniyle biraz "gürültüye kurban gitti".
Mine Alpay Gün, "Başörtülü yarı çıplaklar" başlıklı yazısında, tesettür kurallarına yeterince uyulmadığını, başını türbanla örtenlerin dar kesimli giysiler ve blucinler giymelerinin yanlışlığını anlatıyor.
Bu yazı üzerine gazetelerde İslamcı erkek yazarlardan bazılarının görüşleri de yayımlandı.
Onlar da genel olarak Mine Hanım’a hak veriyorlar. Ali Bulaç "türbanın yozlaştırıldığına" dikkat çekiyor. "Kapanacaksan usulüne göre kapan" diyor. Abdurrahman Dilipak da böyle giyinenlerin "Kapalıyım, ama gerici değilim" mesajı vermek istediklerini söylüyor.
Tartışmanın bu kısmı aslına bakarsanız beni ilgilendirmiyor.
Kadınların toplumsal yaşama katılabilmek için belli örtünme kurallarına uymak zorunda olmalarına karşıyım esasen. Bu nedenle o örtünmenin kitabına uyup uymadığının benim açımdan bir önemi yok.
Benim ilgimi çeken konu kadınların giyimleri için böyle ahkám kesen erkeklerin "Batılılar gibi giyinmekte" bir sakınca görmüyor olmaları.
Onlar gayet rahat takım elbise giyip, kravat takabiliyorlar ve bunu yaparken "kendilerinden olmayana benzediklerini ve onlar gibi olduklarını" önemsemiyorlar ama sıra kadınlara gelince kaşlar çatılıveriyor.
Cinsler arasında ayrımcılık söz konusu olduğunda, maço toplumun erkek bireyleri arasında, laik ya da şeriatçı, bir fark kalmıyor yani.