Paylaş
“Hırsızlık oğuldan babaya değil, babadan oğula geçer. – 1994, R. T. Erdoğan”
Pankartın üzerinde ayrıca MHP’nin üç hilalli amblemi de bulunuyor.
Pankartın asılmasından bir süre sonra polis, ilçe merkezine gelmiş ve partililerden pankartın kaldırılmasını istemiş.
Pankart indirilmeyince de bir itfaiye aracı çağırılmış ve iki polis bu aracın merdivenlerine çıkarak pankartın iplerini kesip indirmiş.
Polisin açıklamasına göre savcının “sözlü talimatı” varmış, polis bunu yerine getirmiş.
Benzeri bir olay CHP Gümüşhane İl Binası’nda da yaşanmış.
Partinin il binasına asılan yolsuzluklar haftası ile ilgili pankart, Sulh Ceza Hâkimliği’nin kararıyla indirilmiş.
Gerekçe ise rüşvet ve yolsuzlukla suçlanan bakanların, bu pankart nedeniyle zan altında kalacak olmalarıymış.
Anayasa’ya göre siyasi partiler, demokratik hayatımızın “vazgeçilemez unsurları”dır.
Siyasi Partiler Kanunu’nun 3. maddesi de siyasi partilere “açık propaganda” hakkı veriyor.
“Tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayacaklarını” vurguluyor.
İlçe binasına bir pankart asmak, işte tam da bu “açık propaganda” hakkına karşılık geliyor.
Savcının “sözlü” talimatıyla ya da Sulh Ceza Hâkimi’nin kararıyla, asılması suç oluşturmayan bir pankart, polis tarafından indirilebiliyorsa, o ülkede serbest siyasi faaliyetten söz edemeyiz.
Savcı ya da yargıç bu yetkiyi nereden almış, savcı böyle bir emir vermediyse, polis bunu kendi kendine nasıl yapabilmiş, üzerinde durulması gereken bir konu.
Siyasi iktidarın hoşuna gitmiyor diye, bir partinin propaganda faaliyetlerini engellemek, hukuk dışı bir uygulamadır.
Siyasi partilerin suç oluşturan faaliyetleri varsa o polisi ve Zeytinburnu’ndaki savcıyı, sulh ceza hâkimini değil, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı ilgilendirir.
Böyle keyfi uygulamalar demokratik hakların kullanılmasını engelliyorsa orada artık bir demokratik hukuk devletinden söz edemeyiz.
“Yeni Türkiye” dedikleri, siyasi parti faaliyetlerinin polis marifetiyle engellendiği bir düzen midir?
‘Vur emri’ demek ki doğruymuş
25 Aralık 2013 tarihindeki rüşvet ve yolsuzluk operasyonu sırasında, zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da gözaltına alınacağı söyleniyordu.
İddialara göre, savcı Muammer Akkaş, bu yönde bir emir vermişti.
Ve yine iddialara göre, savcının görevden el çektirilmesinden sonra İçişleri Bakanlığı’ndan polise “Konuta yaklaşan olursa vurun” emri verilmişti.
CHP İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz, İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın “Kısıklı’daki eve yaklaşanı vurun” talimatı verdiği iddiasını TBMM’de de açıklamıştı.
Bunun üzerine Bakan Ala, bir tazminat davası açmış ama dava mahkeme tarafından reddedilmişti.
Hükümetin “yarı resmi yayın organı” diye tanımlayabileceğim Sabah’ta, 17 ve 25 Aralık günlerindeki operasyonlarda “darbenin nasıl önlendiğini” anlatan bir yazı dizisi yayımlanıyor.
O yazı dizisinde şöyle bir bölüm var:
“Akkaş’ın polisin operasyon yapmaması üzerine Jandarma’ya talimat verdiğine ilişkin yazı ortaya çıktı. Özel harekât timleri Başbakan’ın evinin etrafına kaydırıldı. Bilal Erdoğan’ı almak için konutu basmaya kalkışan paralel polisler, karşılarında İçişleri Bakanlığı’nca görevlendirilen ‘Yaklaşan kim olursa olsun vurun’ talimatını uygulamaya hazır özel harekâtçıları görünce geri çekildi.”
Demek ki o gün söylenenler doğruymuş, memleketin polisleri birbirlerini vurmaktan son anda geri dönebilmişler.
Bakalım, Bakan Ala, Sabah’ı da dava edecek mi?
Bu seçimi kim kazanır?
SÖZCÜ gazetesi yazarı Bekir Coşkun, aynı gazetede Nil Soysal ile yaptığı söyleşide CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisine “2015 seçimlerini kazanma şansı olmadığını söylediğini” açıkladı.
Şöyle diyor: “Geçenlerde bir yemekte bir araya geldik Kemal Kılıçdaroğlu ile. Ben Kemal Bey’e; ‘Seçimde şansınız var mı?’ diye sordum. ‘Yok’ dedi. Kendisi dedi bunu. ‘Biz iktidar oluyoruz diyebilir misiniz?’ dedim. ‘Diyemem’ dedi.”
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, bu yazıyı yazdığım saate kadar bu konuşma ile ilgili bir açıklama yapmamıştı.
Ama doğrusunu isterseniz, bu sözler, Kılıçdaroğlu’nun ağzından çıkmamış olsa bile, CHP’ye hâkim olan genel havayı gayet doğru yansıtıyor diye düşünmem için çok nedenim var.
Evet, bu partinin ve diğer muhalefet partilerinin faaliyetleri, yaptıkları ettikleri medyada kendine yeterli yer bulmuyor ama unutmayalım ki AKP’nin ilk seçimini kazandığı dönemde medyada bulabildiği yer de bundan farklı değildi.
Bakın bu haber önceki gün yayımlandı: “1 milyon AKP’li tatbikat sandığına!”
2015 seçiminde oy kaybını en aza indirmek isteyen AKP, “her sandığa dokuz gözlemci” ilkesiyle harekete geçmiş.
Bir milyon üyeye eğitim veriliyor, hataları en aza indirmek için sandıklar kurulup tatbikat yaptırılıyor. Bu tatbikatlar seçime kadar üç kez tekrarlanacak.
Sizce, bu seçimi kim kazanır?
Paylaş