Âşık kadın neden gider?

GÖNLÜ yeni bir erkeğe kaydığı için, sevgilisine “Onu deneyeceğim, aradığımı bulamazsam sana dönerim” diyen bir kadının sözleri üzerine geçen hafta “Aşkta test sürüşü olur mu” başlıklı bir yazı yazmıştım.

Haberin Devamı

Okumamış olanlar için yazının anafikrini de şöyle özetleyebilirim: “Eğer bir ilişki içindeki kadında ya da erkekte, aşktan bağımsız bir cinsel istek gelişebiliyorsa, bu, o ilişkide başat olan unsurun aşk olmadığının delilidir. Âşık kadın, şu ya da bu nedeni ileri sürüp bir başkası ile gitmez.”
Yazım yayınlandıktan sonra bir okuyucu mektubu aldım.
Mektubun sahibi bir kadın okuyucum, iznini almadığım için ismini veremiyorum.
Önce o mektubu birlikte okuyalım:
“Kime âşık olacağınızı seçemezsiniz. Gönlünüz o adamı, ne olursa olsun dünyanın en güzeli yapar. O sizin güneşiniz olur, mavi dünyanızın ışığı.
Hayallerinizin diğer yarısı, size hayat veren soluğunuz.
Ona her baktığınızda çocukluğunu, ilk gençlik yıllarını, şu anını, geleceğini görürsünüz.
Yüzündeki her çizginin onu tanımadan geçen yılların izlerinden kaldığını bildikçe, içiniz acır.
Kokusu teninize karıştığında, yokluğunda kendinizi koklayarak avunursunuz.
Boş yatağınızda ondan kalan bir çift çoraba rastladığınızda, sarılır, gecelerinizi ısıtmaya çalışırsınız. Küçük Prens’in eşsiz gezegeninden çıkıp gelmiştir o. Ona ilk hediyeniz de ‘Küçük Prens’in tertemiz, sıcacık dünyasıdır bu yüzden.
Binlerce yıl ötesinde, antik kentlerin soğuk taşları arasında bıraktığınız ruhunuzdur bulduğunuz.
Kirli, karanlık karalar dünyasından, engin mavilere bıraktığınız nefesinizdir. Kaleminizin sihirli dokunuşu, yüreğinizi doldurduğunuz sayfalardır.
Bir gülümsemesi okyanusta oynaşan yunuslarla yüzdürür; bir hüznü karanlık fırtınalarda yelkenlerinizi parçalar, su almaya başlarsınız. O umuttur. Candır.
Ama kime âşık olacağınızı seçemezsiniz. Âşık olduğunuz, evli bir erkekse, her gün ölmenin ne olduğunu öğrenirsiniz.
Âşık bir kadın yıllarını bir hayalin peşinden yaşamışsa ve gün geldiğinde, tüm verilen aşka, sözlere, inanca, güvene, fırtınalara, az da olsa yaşadığı sakin denizlere karşın, tüm umutlarını yitirdiğinde... Gider...
Aşkının gelemeyeceğini anladığında... Yüreğini dağlayarak... Gider... Masalını geride bırakarak... Gider... Gitmek zorunda kalır...
Başını kim bilebilirdi ki sonunu bilebilelim diyerek başladığı sevdasında...
Artık kendini tanıyamaz bir hale geldiğinde...
İkinci kadın olmayı daha fazla yaşayamıyorsa...
Babil’in asma bahçelerinde her katı sevdiğinin eli yüreğinde uçarak dolaşıyorsa ve sevdiği aynı katta kalmaya kendini mecbur hissediyorsa...
Gözlerine onun gülümsemesini alarak, baktığı her şeye her yere her denize onu taşıyarak... Gider...
Masalın sonunu yazarak, kalbinde yaşlarla... Gider... Gitmek zorunda kalır...
Ve sizin bu yazınızı kayıp ruhu ona yollamışsa...
Ve bu kadın size bu satırları hâlâ kalbi ağlayarak, yüreği titreyerek yazıyorsa...
Kaybolan bir aşk değil, bir yaşamdır.
Geride masmavi bir nefes kalmıştır...”


* * *

Haberin Devamı


Okuyucumun mektubu burada bitiyor, bilemiyorum okurken siz de benim hissettiklerimi hissettiniz mi?
Belli ki içi hâlâ sevdiği erkek için titreyen bir kadının, sessiz bir çığlığı bu. Kadın–erkek ilişkilerinin kuşkusuz ki genellemelere sığamayacak kadar değişik boyutları var.
Ve her aşkın da bir tek hikâyesi yok.
Hikâye, anlatanın bakış açısına göre şekilleniyor ve her âşık, aşkın doğasından kaynaklanan nedenlerle kendisinin daha çok sevdiğini ama buna karşılık daha az sevildiğini düşünebiliyor.
Murathan Mungan’ın “Aşkın Cep Defteri” (Metis Yayınları) isimli kitabından bir not almış ve daha önce bu köşede sizlere de aktarmıştım.
Şöyle yazıyor: “Ben diye başlayan aşk şarkılarının neredeyse tamamında ‘karşı taraf’ suçlu ya da hatalıdır. Herkes duygularını o şarkılarla dile getirdiğine ve o şarkıdaki hakkı yenmiş sevgilinin kendisi olduğuna inandığına göre, bu karşı taraf kim oluyor? Peki, onun şarkısı hangisi?”
Geçen haftaki yazımı, mektubunu okuduğunuz okuyucuma göndererek bir şeyler anlatmaya çalışan erkeğin yanıtlaması gereken bir soru bu.
“Ben terk edilme şarkıları söylerken, sevdiğim kadın hangi şarkıyı söylüyor?”
Bu ilişkinin özel bir yönü de olduğuna kuşku yok: Evli bir erkek, bitmeyen bir ilişki, âşık kadının, sevdiği erkeği bir başkasıyla paylaşmaktan doğan acıları.
Roland Barthes, “Bir Aşk Söyleminden Parçalar”da (Çeviren: Tahsin Yücel, Metis Yayınları) düzenini kurmuş insanları, “sistemato” olarak tanımlıyor.
“Sistemato”lar kendilerine bir yaşam çerçevesi kurarlar. Bir yaşam yapısı... Hayatlarındaki herkesin bu yapı içinde tarif edilmiş iyi kötü bir yeri vardır. Eşler, sevgililer, üçlüler, hatta marjinalliklerinin içinde iyice kaybolmuş marjinaller...
Barthes
bu “yapılarda” mutluluk olmadığından hiç kuşku duymaz. Ama her yapının da aynı zamanda “oturulabilir” olduğunu kabul eder.
Şöyle yazıyor: “Beni mutlu etmeyen yerde de pekâlâ oturabilirim; hem yakınıp, hem sürdürebilirim; katlandığım yapının anlamını yadsıyabilir ve kimi gündelik parçalarının (alışkanlıklar, ufak tefek hazlar, küçük güvenlikler, çekilebilir şeyler, geçici gerilimler) içinden fazla tiksinmeden geçebilirim. (Hatta) bundan haz bile alabilirim.”
Birçok evli erkek ve kadının bu tür bir “sistemato” olduğunu biliyoruz.
Bir yandan “Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk” şarkısını söylerken, diğer yandan kurulu düzenlerini değiştirmeye cesaret edemezler; yardan da geçemezler, serden de!
İnsan doğasının tam aydınlatılamamış, karanlık bir yönü deyip geçiyorum şimdilik.
Ve okuyucuma hak veriyorum: Âşık bir kadın da gidebilir.
Murathan Mungan’ın bir şiiriyle bitireceğim, soruyu kendimize sormamız için:
“Kimdi kimdi kalan / Giden mi suçludur her zaman? / Ne zaman başlar ayrılıklar / Dostluklar biter ne zaman
Her geçen gün bir parça daha / Aldı götürdü bizden / Aynı kalmıyordu hiçbir şey / Değişiyordu her şey / kendiliğinden
Artık çözülmüştü ellerimiz / Artık bölünmüştü yüreğimiz / Birimiz söylemeliydi bunu / Ötekini incitmeden
Kimdi giden kimdi kalan / Aslında giden değil / Kalandır terk eden / Giden de / bu yüzden gitmiştir zaten.”

Yazarın Tüm Yazıları