JAPONYA’da 29 Ocak tarihi “Eşimi Seviyorum Günü” olarak beş yıldır kutlanıyormuş.
“Japonlara özgü acayipliklerden biridir” demeyin. Otomatlarda “acil ihtiyaçlar için” kullanılmış kadın çamaşırı gibi “fetiş objeleri” satılabilen bir ülkede bu normal bir durum. Kutlamalar çerçevesinde bir parkta özel bir sahne kurulmuş. Erkekler sırayla sahneye çıkıp, eşlerine sevgilerini göstermeye çalışmışlar. Kimisi evde kendi elleriyle hazırladığı yemeği getirmiş, kimisi “Sana hep sadık kalacağım” gibi sözler vermiş. Aralarında eşine, “Son yedi yılda aldığım kilolar için özür diliyorum, ama çok lezzetli yemek yapıyorsun” diye iltifat edenler de var, artık bu nasıl bir iltifat sayılıyorsa! Gecenin sürprizini Takeshi Todo isimli bir erkek yapmış. Sürprize hazır olun: Eşine bir buket çiçek vermiş! Bu olağanüstü olay karşısında kadıncağız gözyaşlarını tutamamış, “Geçen sekiz yılda evli olduğumuzu bile unutmuştum. Birden kalbim hızla çarpmaya başladı” diye konuşuyor. Bu durum parkta toplanan diğer kadınlar tarafından da alkışla karşılanmış. “Acaba bekâr yeğenime bir Japon kadın ile evlenmesini mi önersem” diye düşünmedim de değil bu son bilgiyi de internette okuyunca. Az konuşmak ve alçakgönüllülük Japonların bir geleneği. Bu nedenle insanlar birbirlerine sevgi gibi güçlü duygularını ifade etmekte zorlanıyorlarmış. Sözünü ettiğim “Karımı çok seviyorum” anlamına gelen gecenin düzenlenme nedeni de bu. “Anlamına gelen” diye yazdım, çünkü Japoncada “Seni seviyorum” gibi cümleler kullanılmazmış. Japon âşıklar evlenip, çocuk sahibi de olduktan sonra kadınlar kocalarına “baba”, kocalar da karılarına “anne” diye hitap ederlermiş. Japonya’da sadece 15 gün geçirdiğim ve Japonca da bilmediğim için bana anlatılanların yalancısıyım, baştan söyleyeyim. Japon bir erkek, sevgilisi olan Japon bir kadının saçını okşarken “gülüm”, “narçiçeğim” gibi hitaplar kullanmazmış. Sevginin sözle değil, hareketler, mimikler, jestler, davranış kalıplarıyla anlatılabilecek bir duygu olduğuna inanılırmış. Bu durum aslına bakarsanız tarihi Japon filmlerinde tanık olduğumuz sonsuz bir zarafet ve sadelik içinde akıp giden yaşama gayet iyi oturuyor. Sanırım aşk gibi nefret duygusu da böyle ifade ediliyor. Filmi seyrettiyseniz o sahneyi hatırlarsınız. Kill Bill Volume 1’de O-Ren-Ishii’nin özel koruması Go-Go Yubari de hiç konuşmadan kolejli kız giysileri içinde (Bu da sadece Japonlara özgü değil evrensel bir fantezi olsa gerek: Kolej giysili bir Lolita!) elindeki uzun bir zincire bağlı öldürücü bir topuzu savururken ağzını açıp tek kelime söylemiyordu! Oysa bütün filmlerde kötü karakterler gevezedirler, boyuna konuşurlar ve çok konuştukları için de sonunda layıklarını bulurlar! Japon kültürü üzerine ileri–geri konuşabilecek müktesebatım yok, yapacağım espriler de buna hiç niyetim olmasa da ırkçılık olarak nitelenebilir, onun için memlekete dönelim artık derim! Allah’a şükür ecdadımız sevmeyi biliyormuş, bunun için sevgimizi ifade edebileceğimiz sayısız sözcüğümüz olduğu gibi bunları kullanma konusunda cimriliğimiz de pek yoktur. Kolayca “Seni seviyorum” diyebiliriz. Elbette şu Amerikan dizilerinden etkilenen ve sevgililik ilişkisi içinde olmadığı insanlara da “Seni seviyorum” diyenleri kastetmiyorum. İnsan sevgilisine, aşkına böyle söyler, babasına, dadısına, annesine, okul öğretmenine filan değil! Tamam, film ve dizi seyretmenin bir sakıncası yok da onlar gibi konuşmaya çalışmak da gerekmez diye aklımızın bir kenarında tutmalıyız. Kendisi için gitmişken makineden bir kahve de senin için alıp gelen iş arkadaşına sırf bu nedenle “Seni seviyorum” da denmez ki! Üstelik kıskanç bir sevgilinin şiddetine uğrama tehlikesi de var! Dedim ya bunu kolayca söyleyebiliyoruz, özel kutlama günleri gerekmiyor. Ama bu konuda bir çekincem var: Gustave Flaubert, “Olgunlaşmamış bir cümleyi alelacele söylemektense, it gibi gebereyim daha iyi” diyor. Sevgi konusunda buna inanırım. Eğer sevginiz, aşkınız yeterince olgunlaşmamışsa bir kadına ya da erkeğe bunu söylemek “ayıptır, günahtır, yazıktır!” Ve sadece söylemek de yetmez! Çok sık da tekrarlamak gerekir, duyana da iyi gelir, dünya yüzünde çok tekrarladığınız için dırdır yapmakla suçlanmayacağınız en kısa cümle de budur! Elbette göstermek de gerekir. Hatta bu “Sine qua non”dur! Olmazsa, olmaz. Genellikle karşımızdakini ne kadar çok sevdiğimizle ilgiliyizdir. Ya da onun bizi ne kadar çok sevdiğiyle. Bunu sorar dururuz: “Beni ne kadar çok seviyorsun?”! Ya da kulağına fısıldarız: Seni çok seviyorum! Tamam da bu yetmez. Bunu nasıl gösteriyorsun, bu duyguyu karşındaki kadına/erkeğe nasıl geçiriyorsun? Bu önemlidir. Japonlar gibi yani: Sevginin sözle değil, hareketler, mimikler, jestler, davranış kalıplarıyla da ifade edilebilmesi! Şimdi bir de ev ödevi: Bu hafta sonu, tek bir hareket/jest/mimik ile sevginizi karşınızdakine aktarabilecek misiniz bakalım. Elbette “money talks” kısmını geçelim, insanlar sevmediklerine de pırlanta vs. alabiliyorlar!