ERKEN seçimin 22 Temmuz tarihinde yapılmasına ilişkin yasa dün TBMM’de kabul edildi.
Bu tarihin seçilmiş olmasının nedeni Yüksek Seçim Kurulu’nun açıkladığı takvim.
Sadece bu bile AKP’nin nasıl bir şaşkınlık içinde olduğunu göstermeye yetiyor.
Eğer, Başbakan "24 Haziran’da erken seçim" kararını açıklamadan önce ilgili yasalara şöyle bir baksaydı, seçimin en erken 22 Temmuz’da yapılabileceğini de görebilirdi.
Bu en basit şeyi bile görebilmeleri için YSK’nın takvimi açıklaması gerekti.
Seçimin yaz ortasında yapılacağının belli olmasından sonra gelen okuyucu e-postalarında "Yaz tatiline gidenler oylarını nasıl kullanacaklar" sorusu dikkatimi çekti.
Bazı kişiler, yazın yapılacak bir seçimde "tatilde olanlar" nedeniyle seçime katılımın azalmasından ve AKP’nin bundan geçmiş seçimde olduğu gibi bir avantaj sağlamasından endişe ediyorlar.
Böylesine önemli bir seçimde, tatilinden bir gün için fedakárlık etmeyecek seçmen varsa, bu da bir tür "oy tercihidir" diye düşünüyorum.
"Türkiye beni ilgilendirmiyor, ben tatilime bakarım arkadaş" anlamına gelecek bir oy tercihi.
Ne dersiniz, böyle kişilerden aramızda çok var mı acaba?
Seçim iktidar partisine yarar mı?
SON günlerde en çok duyduğum sorulardan biri de bu: AKP, bu seçimden güçlenerek çıkar mı?
Geçmiş seçim sonuçlarına bakmak, beş yıldır iktidarda olan AKP’nin nasıl bir sonuç alabileceğine ilişkin bir fikir verebilir.
1954 seçiminde Demokrat Parti oyların yüzde 57,5’ini alarak tek başına iktidar olmuş.
İktidardayken girdiği 1957 seçiminde oyları yüzde 47,91’e düşmüş.
27 Mayıs askeri darbesinin ardından gidilen 1961 seçimlerinde CHP yüzde 36,74 oy almış.
Bir önceki seçimin en büyük partisi CHP’nin 1965 seçimindeki oyu yüzde 28,75’e düşmüş. AP ise yüzde 52,87 oy ile iktidar olmuş.
Tek başına iktidarda 1969 yılı seçimine giren AP’nin oy oranı bu kez yüzde 46,55.
1973 seçimlerinde AP yüzde 29,82’ye gerilerken CHP yüzde 33,29’a çıkmış.
1977 seçimlerine, koalisyon partilerinin karşısında ana muhalefet olarak giren CHP’nin oyu artmış yine: Yüzde 41,39.
12 Eylül askeri darbesinin ardından gidilen 1983 seçimlerinde ANAP yüzde 45,14 ile tek başına iktidar çoğunluğunu yakalamış.
1987 seçimlerindeANAP yine iktidar ama bu kez oyu yüzde 36,31’e gerilemiş.
1991 seçimlerine iktidardayken giren ANAP’ın oyu yüzde 24,01’e gerilemiş.
Bundan sonrası "koalisyonlar dönemine" denk geliyor.
1991’de DYP’nin oyu yüzde 27,03. SHP’nin oyu ise yüzde 20,75. Bu iki parti koalisyon kurup, bir sonraki seçime iktidarda girmiş.
1995’te iktidar partileri yine oy kaybetmiş. DYP yüzde 19,18; CHP (eski SHP) ise yüzde 10,71.
1999 seçiminde bir önceki dönemde yüzde 21,38 ile başarısız bir iktidar dönemi geçiren FP (eski RP) 15,41’e gerilemiş. Koalisyon ortağı DYP de 12,01’e düşmüş.
2002 seçimine iktidarda giren partiler DSP, MHP ve ANAP barajı bile geçememiş. AKP yüzde 34,43 oy ile tek başına iktidar olmuş, CHP yüzde 19,41 ile yeniden TBMM’ye girerek, ana muhalefet olmuş.
Rakamlar eminim ki birçok kişinin kafasını karıştırmıştır.
Bütün bu sonuçların ortaya koyduğu gerçek şu: Türkiye’de, iktidarda geçirdiği bir dönemin ardından seçime giren hiçbir parti eski oyunu artırmak bir yana, koruyamamış bile.
Dolayısıyla bu seçimde de nelerin olabileceğini tahmin etmek zor değil.
Beş yıllık AKP iktidarının da "iktidar yıpranmasından" payını alacağını şimdiden söylemek, falcılık olmaz.
Yeni İçişleri Bakanı’na düşen görev
SEÇİM sürecinin başlaması ile birlikte üç bakan görevlerinden ayrılacaklar. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, yerlerini "tarafsız bakanlara" bırakacaklar.
Şimdi İçişleri Bakanlığı’na getirilecek "tarafsız bakandan" gerçekten tarafsız bir uygulama beklemek anayasal bir taleptir.
Hrant Dink cinayeti ile ilgili olarak yürütülen emniyet soruşturmasının kamu vicdanını tatmin etmeyen yönlerinin yeni bakan tarafından yeniden soruşturulması gerekiyor.
Aynı şekilde geçtiğimiz 1 Mayıs günü İstanbul’da yaşanan "polis terörü"nün sorumluları ve vatandaşa fena muamele eden polisler de ortaya çıkarılmalıdır.
Yeni bakandan bu kısa süre içinde genel asayiş sorunları ile ilgili büyük atılımlar beklemek elbette mümkün değil ama bu iki önemli sorunu çözüme kavuşturmasını beklemek kamuoyunun hakkıdır.