Paylaş
Sabah’ın başlığını alıntılamamın nedeni bütün gazetelere hâkim olan bakışı en açık şekilde ortaya koyması. Tekil bir örnek değil, bütün gazeteler benzeri bir havada yayın yaptı.
Yani bir “şike” suçunun işlendiğinden kimsenin kuşkusu yok gibi bir tutum var.
Bu normal çünkü şike operasyonunun ilk gününden beri medya, savcılar ve polis tarafından bu yönde şartlandırıldı. Gizli kalması gereken hazırlık soruşturması evrakı, telefon dinleme kayıtları hep aynı amaca yönelik olarak sızdırıldı: Kamuoyunda, suçun işlendiğine ilişkin bir kanaat oluşturmak için!
Dava süreci de aynı çizgide sürdürüldü. Gazetelere iddianame en detaylı ayrıntılarıyla yansıdı ama savunmalar için aynı şeyi söyleyebilmek zor.
Fenerbahçe yöneticisi ve muhasebe müdürü, kulüp kasasından “şike yapmak için” alındığı iddia edilen paraların nerelere harcandığını açıklayabiliyorlar, ama dinleyen kim?
Bütün görgü tanıkları Sivas’taki çantada para değil, protokol biletleri olduğunu söylüyor, onu da dinleyen yok.
Şike yapıldıysa, futbolcu ve teknik direktörlere para verilmiş olmalı. Günümüz dünyasında paranın izini sürmek son derece kolayken bu yapılmıyor, ortaya bir suç atılıyor ve suçlanan insanların tersini kanıtlaması bekleniyor.
Böyle bir hukuk, medeni dünyanın neresinde var? Suçlayanın, iddiasını ispat etmesi temel bir kural değil midir?
Öte yandan Futbol Federasyonu kurulları bir mahkeme de değildir. Futbol Federasyonu’nun kurulları,
bir maçta şike ya da teşvik olup olmadığına “kanaat” ile de karar verebilir. Bunu nasıl yapacağı da bellidir: Maçları gerekirse tekrar izler, hakem ve gözlemci raporlarını inceler, tatmin olmuyorsa oyuncuları, teknik direktörleri, hakemleri ve gözlemcileri sorgular ve bir kanaate varır.
Kararını, süren bir yargılamanın, henüz hükme bağlanmamış iddianamesine göre vermez, veremez.
Ve şunu da ekleyeyim: Şike yapıldığı iddia edilen maçları seyrettik, nasıl kazanıldığını biliyoruz. Hiçbir Fenerbahçeliyi o maçlarda şike yapıldığına ikna edemezsiniz. Fenerbahçe üzerinden futbolu ele geçirme planınızı en azından biz yutmayacağız.
Emniyet Müdürü’ne önerim: Bakmasın!
BURSA Emniyet Müdürü’nün geçen gün gazetelerde yayımlanan demecini okurken eski bir psikiyatr fıkrasını hatırladım.
Hekim, psikiyatrik sorunları olan hastasına test yapıyor, önündeki kâğıda önce bir “artı” işareti çizip, soruyor: “Bu nedir?”
Hasta: “Burası bir dört yol ağzı, köşedeki çalının altında bir çift var, oooo!”
Hekim bu kez bir üçgen çiziyor. Hasta: “Bu bir çadır, içinde bir çift var, oooooo!”
Hekim bir kare çizip soruyor. Hasta: “Bu bir yatak, üzerinde bir çift var, ooooo!”
Hekim soruyor: “Sen başka bir şey düşünmez misin?”
Hasta sinirleniyor: “Ne yani, bütün bunları ben mi çizdim, sen mi çizdin?”
Bursa Emniyet Müdürü de şöyle anlatıyordu: “Dolaşmak için evimden dışarı çıkınca, Kültürpark’ta her ağacın altında bir çift görülüyor. Her çalının dibi yatak odası gibi. Her şey meydanda! Bunlar benim de kanıma dokunuyor. İki taraf gönüllü olarak razı olunca yapacağımız bir şey yok. Yasalar buna izin vermiyor. Biz kolluk kuvveti olarak sadece uyarabiliyoruz.”
Kolluk kuvvetlerinin müdahalesine izin vermeyen bir durum olduğuna göre, müdür beyin kanına dokunan şey, birbirine sarılmış oturan, el ele yürüyenler olmalı. Belki aralarında kaçamak öpücükler verenler de vardır. Ama kuşkusuz ki orta yerde alenen seks yapanlar yoktur, öyle olsaydı Müdür Bey ve adamları bunları yakalar, savcıya teslim ederlerdi.
Emniyet Müdürü’ne önerim şudur: Parklarda el ele dolaşan, yan yana oturan sevgililer “kanına dokunuyorsa” oradan geçmesin ve bakmasın.
Ama görevinin dedikodu yapmak değil, vatandaşların parklarda özgürce dolaşmalarını sağlamak olduğunu da aklından çıkarmasın.
Başbakan doğru söylemiyormuş
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın “tiyatrolar ile ilgili” konuşmasını kim yazdıysa, tası tarağı toplayıp gitmeli. Çünkü yazdığı cahilce sözlerle Başbakan’ı deyim yerindeyse “açığa düşürdü”.
Başbakan’ın “Devletin tiyatrosu mu olur” diye yüksek perdeden ortaya attığı sözün doğru olmadığı, medeni dünyadaki örneklerle ortaya kondu.
Mesela İngiltere’de National Theatre ve Royal Shakespeare Tiyatrosu’ndan küçücük kasabalardakilere kadar bütün tiyatrolar bütçeden pay alıyorlar.
Fransa’da da durum farklı değil. Comedie Française başta olmak üzere, tüm tiyatrolar devlet tarafından destekleniyor.
Almanya, Avusturya, İsveç, Rusya, Hollanda ve İtalya gibi ülkelerin hepsinde durum aynı!
Tiyatroların repertuvarları, kendilerince belirleniyor ve devlet bütçesinden hepsini destekliyor.
Oralarda başbakanların, kralların, devlet başkanlarının “Ben beğendiğim oyunu desteklerim” demesine de rastlanmıyor.
Bununla ilgili ayrıntılı bir haber dün Radikal’de yayımlandı. Elif Ekinci’nin haberini internetten okuyabilirsiniz.
Başbakan’ın her söylediğinden derin anlamlar çıkaranlar da özellikle okusunlar.
Paylaş