MÜSEBBİPLERİ arasında benim de bulunduğum “o gün” hızla yaklaşıyor. Bunu önce cep telefonuma gelen mesajlardan anladım!
“Sevgililer Günü’ne özel, trikolarda yüzde 60 indirim” gibi mesajlar ardı ardına gelmeye başladı. Her türlü indirim vaadi birbirini izliyor. Turlar, otellerde romantik paketler, aksesuvarlar, kelebek indirimi, inci günü, pırlanta haftası vs. Ama dumura uğradığım an, elektrik direklerine afiş yapıştırılsın diye asılmış özel tabelalarda gördüğüm ilan oldu: “Sevgililer Günü’nde yalnız kalmamak için bizi arayın!” Bir “lahavle” çektim içimden ama endişe etmeyin, hepimizin aklına gelen özel bir servis değilmiş, ben de sonradan fark edince rahatladım. Bu özel günün müsebbiplerinden biriyim dedim yukarıda. Olay şöyle gelişti: Hıncal “Ağabey” Uluç, o tarihte Holly ile evliydi, Erkekçe’yi yayımlıyorduk ve Hıncal Ağabey, Holly sayesinde böyle bir günün farkına varmıştı. Erkekçe’nin şubat sayısı “Sevgililer Günü” sayısı olurdu, her ay verdiğimiz takvimde 14 Şubat tarihi bir küçük kırmızı kalp içinde yer alırdı. Sonra ben dergi grubu kurmak için Sabah’a transfer oldum. Kapris isimli bir kadın–moda dergimiz vardı ve şubat reklam gelirlerinin dibe vurduğu bir aydı. Aklıma “Sevgililer Günü” geldi, bir şubat ayında Sevgililer Günü’nü kutlayan özel afişler bastırıp Nişantaşı’ndaki mağaza sahiplerinden bu afişleri vitrinlerine asmalarını rica ettik. Hepsi kabul etmedi tabii, kabul edenlerin sayısı, kabul etmeyenlerin üçte biri ancak vardı. Ertesi yıldan itibaren reklam gelirlerinin artışından Sevgililer Günü’nü Türklerin benimseyeceği belli olmuştu. Sevgililer Günü, artık Anneler Günü gibi önemli ve kutlanan bir gün ve neresinden baksanız Babalar Günü’nden daha fazla kutlanıyor, mağazalar, lokantalar, oteller iş yapıyor. Eminim Sevgililer Günü’nü ve kutlayanları küçümseyen birçok kişi vardır. Benim yakın arkadaşlarım içinde de var. Ve onlara her seferinde şunu soruyorum: “Ne zararı var? İnsanlar senede bir gün için özel olarak hazırlansalar, bunun için heyecan duysalar, bunun kime ne zararı var?” Bugüne kadar tatmin edici bir yanıt da alabilmiş değilim. Sanırım “zarar” kalbi boş olanlara ve gerçekten sevmeyi bilmeyenlere. Herkesin “mucuk mucuk” Sevgililer Günü kutladığı, kırmızı kalplerin havada uçuştuğu, pembe ışıkların yanıp söndüğü bir günde yapayalnız olmak, tutacak bir el, bakacak bir çift göz bulamamak sıkıntı yaratıyor olmalı. Onlara ancak şunu söyleyebilirim: Nazar etme ne olur, gayret et senin de olur! Çünkü âşık olmak, bir insanın hayatında başına gelebilecek en iyi ikinci şeydir! Birinci sıraya bir çocuğunun olmasını koyuyorum! Eğer aşkı bulduysan, Sevgililer Günü’nü kutlasan da olur, kutlamasan da olur, senin ve sevgilinin bileceği bir konudur ama hiç olmazsa hırsından çatlamazsın! Bir de tabii kıt zekâlar için geçerli olabilecek bir gerekçe daha var: “Ben bir gün değil, her gün sevgilimi düşünürüm!” Bunu duyunca da “Aman ne iyi” diyesim geliyor, “tamam her gün düşün zaten ama bir gün de özel olarak düşünmek beynini mi yoruyor?” Zaten âşıksan her gün, her an onu düşünmen kaçınılmazdır. Newton, evrenin mekanik düzenini nasıl keşfettiğini şöyle açıklamıştı: “Nocte dieque incubando!” Gece gündüz onu düşünerek! Aşk böyle bir şeydir zaten. Gece-gündüz onu düşünmelisin ki kimsenin onda fark edemediği özellikleri, güzellikleri sen keşfedebilesin! Aşkın bin tane tanımı var belki, onlara benim de küçük bir ilavem olsun o zaman: Aşk, karşındaki insanda kimsenin fark edemediği çekicilikler bulabilme yeteneğidir. Bu yüzden arkadaşların arasında “salak” muamelesi görebilirsin ama onlar dertlerine yansınlar, sen turnayı çoktan gözünden vurmuşsun demektir! Aşk zaten “Normal insanlarda ortaya çıkan anormal bir durum” diye de tanımlanır ki senin anormal olduğuna karar vermelerinin nedeni, senin sevgilinde gördüklerini asla fark edemeyecek ve göremeyecek olmalarından kaynaklanır. Edip Cansever’in dediği gibi “Aşk iyidir bak, duyumunu arttırır insanın”! Duyumu artmış insanın algısı açık olur. Ece Temelkuran, son romanı “Düğümlere üfleyen kadınlar”da (Everest Yayınları) “Bir kadın nasıl sevilir” diye soruyor. Romanı alalı iki gün oldu ve henüz bitiremedim ama kapağından yapabileceğim bir alıntı var: “Amira, bize kadınları nasıl seveceğimizi anlatan bir kitap lazım. Yoksa hep böyle şapşal ve kavruk kalacağız. Bize kadınların nefesini genişletecek, o nefesin rüzgârına yelken açmamızı öğretecek bir kitap lazım”. Sanırım günümüzün problemi de bu, sevmeyi bilememek, kadın ya da erkek fark etmez. Aşk romanlarındaki, aşk filmlerindeki gibi sevebilmeyi becermek! Sanat hayatı taklit eder derler ya, hiç olmazsa bu meselede de hayat sanatı taklit etse, romanlardaki gibi âşık olsak, resimlerdeki gibi sarılsak, filmlerdeki gibi kendimizden geçsek ne kadar şahane bir hayatımız olurdu, bir hayal etsenize!