Paylaş
Sınır dışına çıkma konusunda, Başbakan’ın öne sürdüğü “Silahlarını bırakıp gitsinler” şartı ile PKK ve BDP’nin “Çekilmenin yasal zemini olsun” şartı, sürecin başlamadan bitmesi tehlikesini doğurmuştu ki Apo devreye girdi.
Sabah’tan Hazal Ateş’in haberine göre Apo, Kandil ve Avrupa’daki PKK yöneticilerine hitaben yazdığı son mektuplarda “yasal güvence” konusunda ısrarcı olunmamasını istemiş.
Habere göre Apo, çekilmenin başlayıp, ağustos ayına kadar tamamlanmasını istiyor ve “Çatışma yaşanmaması için güvenlik güçleri ile temas kurulmayacak noktalara çekilin” talimatı veriyor. Çekilmenin kamuoyunda tepki yaratacak bir gösteriye dönüştürülmemesini istiyor.
Elbette PKK şeflerinin bu çağrıya nasıl bir yanıt vereceklerini bilemeyiz ama Apo’nun o kitledeki etkisini ve gücünü hesaba katarsak, “sessizce çekilmenin” gerçekleştirileceğini tahmin edebiliriz.
Bu son derece önemli bir aşamadır.
Muhalefet partilerinin açıklamalarından PKK’nın geri çekilmesi konusunda hükümet ile aynı şekilde düşünmediklerini de biliyoruz. Ortalık “hain” suçlamasından geçilmiyor.
Oysa bir durup düşünmek gerek: PKK’nın silahlarıyla ya da silahsız olarak yurtdışına çıkmasının kime ne zararı olabilir?
Genç insanların ölmesinden, her gün bir şehit haberi gelmesinden daha iyi değil mi?
Bunu söyleyince genellikle şöyle mektuplar alıyorum: Sınır dışına çekilip güçlenecek ve yine gelecekler, izin vermemek gerek!
Geri dönmelerini önlemek hükümetin ve güvenlik güçlerinin işi değil midir? Öyle bir olasılık karşısında güvenlik güçlerinin eli armut mu toplayacak? PKK bu ateşkes sırasında güçlenecekse, sınırı korumak ile ilgili önlemlerin de güçlendirilmesi söz konusu olmayacak mı?
Muhalefetin iddia ettiği gibi hükümet ile PKK arasında bazı gizli pazarlıklar varsa, onlar da zaten çekilme sürecinin sonunda ortaya çıkmayacak mı?
O gizli pazarlıkların yasal hale getirilmesi gerekmeyecek mi? O vakit bütün bunlar Meclis’in önüne gelmeyecek mi?
Bu aşamada yapılması gereken PKK’nın sınır dışına çıkmasını desteklemektir.
Yıllarca bu söylenmedi mi, silahlar sussun, talepler demokratik zeminde dile getirilsin denmedi mi?
Demokratik siyaset böyle olmaz
MHP Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkin, İskenderun’da bir derneğin düzenlediği konserden önce şunları söyledi:
“Şimdi buradan Sayın Devlet Bahçeli’ye ‘Abdullah Öcalan’ı asamaz, assa assa paltosunu asar’ diyen Sırrı Sakık’a sesleniyorum: Diyarbakır meydanında bir miting yaptınız ve o mitingde Türk bayraklarını direklere asmadınız, astırmadınız. İnanın ki, yemin ediyoruz ki, günü geldiğinde biz Öcalan’ın paltosunu değil, gönderine asmadığınız bayrağın direğine inşallah sizleri asacağız”.
“Vur de vuralım, öl de ölelim” sloganına verilen “Onun da zamanı gelecek” yanıtının bir aşama ilerisi!
Ülkücüler 12 Eylül darbesine giden süreçte kendilerinin darbeciler tarafından nasıl kullanıldıklarını belli ki unutmuşlar.
Ya da unutmadılar ama hareketin içindeki bir “damar” ortamı uygun buldu, kafasını çıkarmaya çalışıyor.
Bir siyasi partinin, konu ne olursa olsun şiddete bu kadar eğilimli olması, demokratik bir rejimde kabul edilebilecek bir şey değildir.
MHP ve ülkücüler bugünkü hükümetin PKK ile yürüttüğü görüşmeleri beğenmiyor hatta ülkenin geleceği için “tehlikeli” buluyor olabilirler.
Bu normal bir durumdur, bir demokraside herkesin aynı şeyi savunmasını beklemek doğal değildir zaten.
Ama farklı fikirleri ortaya koymanın, muhalefet etmenin aynı demokratik süreç içinde yerine getirilmesi gerekir.
“Asarım–keserim” politikası bu devrin politikası değil. Demokratik sistem içinde parlamentoda temsil olanağı da bulmuş bir partinin politikası da hiç olmamalı.
Lale Festivali’ne bağlı bel rahatsızlığı
AB Bakanı Egemen Bağış, İstanbul Lale Festivali’nin açılış törenine katılmış. Ebcet hesabıyla lalenin neden kutsal ve önemli bir bitki olduğunu da anlatmaya çalışıyor.
Öyle inanıyorsa öyle olsun ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Laleyi Allah yarattı da öbür çiçekler, bitkiler başka Tanrı’nın çocukları mı?
Neyse, konumuz bu değil, lale güzel bir çiçektir, İstanbul’a da yakışıyor, insanın içine neşe veriyor.
Biliyorsunuz Bağış, AKP tüzüğü gereğince bu seçimde milletvekilliğine ve dolayısıyla bakanlığa da veda edecek.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na heves ettiği de bir sır değil. Kendisine bu yönde sorulan soruları hep “Genel Başkanım ‘Cam sil’ dese cam silerim” gibisinden uçucu–kaçıcı yanıtlar verdi, belli ki gönlünde bu aslan yatıyor.
Lale Festivali’nin ev sahibi de doğal olarak Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş idi ama Bağış’ın bulunduğu bu açılış törenine rahatsızlığını ileri sürerek katılmamış.
Başkan’a geçmiş olsun dileklerimi ileteyim.
Ben komplo teorilerine inanmam ama, “Acaba bu rahatsızlık Bağış ile yan yana gelme olasılığı nedeniyle mi nüksetti” diye düşünenler olacaktır, buna eminim.
Paylaş