ANAVATAN Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin birleşme sürecinde nelerin olduğunu taraflar konuştukça daha iyi anlayabileceğiz.
Dün ANAVATAN Genel Başkanı Erkan Mumcu ile konuştum.
O süreçte nelerin olduğunu ve nedenlerini öğrenmek istedim.
Mumcu, "Nelerin olduğunu biliyorum ama bunların neden olduğunu bilemiyorum" dedi.
Mumcu ile samimi bir konuşma yaptık. Bana yalan söylemesi için bir nedeninin olmadığını bildiğim ve kendisini eskiden beri tanıdığım için anlattıklarına güveniyorum ve sizlerle de paylaşacağım.
Elbette konunun iki tarafı var ve böyle durumlarda gerçeğin iyice anlaşılabilmesi, ancak iki tarafın da konuşmasıyla mümkün olabilir. Mehmet Ağar da "konuşmama" kararını değiştirirse olayın onun cephesinden nasıl göründüğünü de öğrenebiliriz. Ama kişisel görüşüm şu ki, bu işbirliğinin bozulmasında tek suçlunun Erkan Mumcu ve ANAVATAN gibi görülmesi ya da gösterilmeye çalışılması doğru değil.
Mumcu’ya önce kamuoyunun en çok merak ettiği iki soruyu sordum.
Mumcu ve ANAVATAN’ın, bu işbirliğini bozmak için AKP’ye yakın çevrelerden para aldıkları bir şehir efsanesi olarak dolaşıyor.
Mumcu’nun bu konuyla ilgili sözleri şöyle:
"Bu dedikodu, çocuklarına dürüst bir isim bırakmaktan başka bir isteği olmayan benim gibi birisi için en insafsız yakıştırma. Bu konuyla ilgili konuşanların, bu bilgiye nasıl ulaştıklarını açıklamaları gerekir. Ayrıca şunu da söyleyeyim: AKP hükümeti, partimin hakkı olan Hazine yardımını bile ödetmiyor. Bana bir de neden para versin? Kaldı ki AKP bana ya da partime para verecekse mantıken bunu seçime girmememiz için değil, tam tersine girmemiz için verirdi. Amaç merkez sağı bölmek ve o tabanın oylarını dağıtmak ise ANAVATAN’ın seçime girmesi onların daha lehine olurdu. O vakit DYP bugünkü oyunu da alamazdı, hatta MHP’nin bile oyları bu kadar çıkmazdı. Bu insafsız ve hiç hak etmediğimiz bir yalan."
Mumcu, birleşme sürecinin Fethullah Gülen’in bir telefonuyla bozulduğuna ilişkin olarak da şunu söyledi: "Hayır, ne Fethullah Gülen’den ne de çevresinden böyle bir telefon aldım. Bu doğru değil."
Birleşme sürecinin bozulmasına yol açan davranışlar, Mumcu’ya göre DYP liderinin değişken tutumundan kaynaklanıyor.
Birleşme protokolüne uyulmaması, partilerin genel başkan yardımcılarının oluşturduğu milletvekili aday listelerinin son anda değiştirilmesi, en belirgin nedenler.
6 Haziran 2007 tarihinde Ağar ile Mumcu görüştükten sonra, DP’nin milletvekili listelerinde boş kalan 18 yer için isimler üzerinde mutabakat sağlanıyor.
8 Haziran’da bu mutabakat bozuluyor. Sonunda seçilme yerinde olan 8-10 kişi üzerinde yeniden anlaşılıyor. Ancak listeler YSK’ya götürülürken Ağar, partisinin genel başkan yardımcısını arıyor ve "Bu iş bitti" diyor.
O arada ANAVATAN, seçime katılmayacağını YSK’ya bildirmiş bulunduğundan artık yapacak bir şey de kalmıyor.
Erkan Mumcu, birleşme işinin bozulmasından dolayı ANAVATAN’ın suçlanmasını haksızlık olarak görüyor.
Şu soruyu soruyor: "Kabahat bizdeyse neden Mehmet Ali Bayar seçime girmedi? Birleşme kararının en büyük destekçisi İlhan Kesici neden CHP’ye gitti? Antalya’da Hasan Subaşı neden aday olmaktan vazgeçti? Bazı adaylar neden partiyi basıp paralarını geri istediler? Bu soruların yanıtı, birleşme kararının hayata geçirilememesinin sorumlusunun da kimler olduğunu gösteriyor."
Öyle görünüyor ki Mehmet Ağar’ın da olayı kendi bakış açısından anlatması gerekiyor.
"Sus, konuşma" tarzıyla meseleye yaklaşmak doğru değil ve kamuoyu merak ettiği soruların yanıtlarını her iki taraftan da alabilmeli ki kime inanacağını daha iyi görebilsin.
Gören çok, tanık yok
BODRUM’da bir otelin basılması olayıyla ilgili benim açımdan en ilginç bilgi, ortada bir "görgü tanığının" bulunmaması.
Neredeyse 300 kişinin bulunduğu bir ortamda bir tek görgü tanığının bile çıkmaması, Türkiye’deki temel asayiş sorununu gösteriyor.
O gün orada bulunup da her şeyi gördükleri halde gözlerini yuman insanların aslında anlaşılabilir nedenleri var.
Çünkü biliyorlar ki devlet böyle bir durumda, yapacakları tanıklığın neden olabileceği sonuçlara karşı onları koruyamayacak.
Olayın taraflarının bilinen özellikleri nedeniyle savcılıkta ifade verdikten sonra yapayalnız kalmaktan korkuyorlar çünkü.
Ve bu nedenle o insanların suçlanması da doğru değil.
Herkesin kendine göre işi gücü, çoluğu çocuğu var ve burada suçlanacak birileri aranıyorsa onlar da halkın huzur içinde yaşamasını sağlamak zorunda olan kamu görevlileri olmalı.
Bu sadece Bodrum olayı için değil, günlük yaşamımızın her anı için geçerli.
Yasalara saygılı, kendi halinde vatandaşlara bu güven duygusunun neden verilememiş olduğunu sorgulamak ve bunu değiştirmeye çalışmak da herhalde İçişleri Bakanı’nın görevi olmalı.