Paylaş
AİHM’nin, Abdullah Öcalan’a cezasının 25. yılında şartlı tahliye müracaatı yapabilmesine olanak sağlanmasını öngören kararı için de “Böyle bir kararı da AK Parti iktidarından uygulamasını isteyemezsin, kusura bakmasınlar” dedi.
Oysa AİHM kararlarının, Türkiye’de bir “iç hukuk kuralı” olarak uygulanmasının zorunlu olduğunu en iyi bilecek olanlardan birisi de kendisi.
İç hukukumuzda, AİHM kararları ile çelişen bir hüküm olduğunda AİHM kararlarının üstün olduğu da bir başka gerçek.
Başbakan’ın “Uluslararası camia ne derse desin” sözlerinin ardından, AİHM kararlarını da uygulamayacağını söylemesi bir tek anlama geliyor:
Başbakan, artık Türkiye’nin, demokratik Batı medeniyetinin bir parçası olmaktan vazgeçtiğini ilan etmiş oluyor.
Bunu başarabilirse eli çok rahatlayacak tabii.
Nasıl İran, Suudi Arabistan, Çin, Rusya ve benzeri ülkeler demokratik Batı sisteminin dayattığı kuralları takmıyorlarsa, artık Türkiye de takmayacak!
Bir yandan AB üyesi olmaya çalışıp, diğer yandan “Ne derlerse desinler, bildiğimi yapacağım” demek nasıl bir arada olabiliyor, anlayabilmek zor.
Başbakan belli ki hukuk kurallarından, demokratik dünyaya hesap vermekten sıkıldı, kafasındaki otoriter-İslamcı rejime geçmek için gün sayıyor!
Başbakan gazı
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ı artık iyi tanıyoruz. Mitinglerde bazen kendi sesinin gazına geliyor ve aklına ilk geleni söyleyiveriyor.
“Twitter mivıtır hepsinin kökünü kazıyacağız” cümlesini söylediğini duyunca, “İşte yine öyle oldu” diye düşünmüştüm.
Ama bu sözlerin üzerinden saatler geçmişti ki üç ayrı mahkeme kararıyla Twitter’ın yasaklandığı açıklandı.
Daha sonra bu kapatmaya esas olan mahkeme kararlarının eski tarihli olduğunu da öğrendik.
Belli ki Başbakan gazı verince, TİB’deki işgüzarlar bunu bir emir olarak anlamışlar ve Twitter’ı kapatmaya kalkışmışlar.
Konuya ne kadar hâkim olduklarını da çok uzun zaman geçmeden anlayabildik.
DNS, VPN gibi kavramların günlük hayatımıza bir anda girivermesine tanık olduk.
Mahkeme kararlarının uygulanmaması diye bir şey biliyorsunuz söz konusu olamaz, olmamalıdır.
Gerçi 17 Aralık’tan sonra savcıların verdiği emirleri takmayan polis müdürleri vs. de gördük.
Başbakan, Çiftlik’teki Başbakanlık binası inşaatını durduran mahkeme kararını dinlemeyeceğini, inşaatın devam edeceğini filan da söyledi ama bir hukuk devletinde aslolan mahkeme kararlarına riayet etmektir.
Onun için Türkiye’yi içine düşürüldüğü bu görüntüden kurtarmak da yine mahkemelere düşüyor.
Barolar Birliği’nin bu konuda üst mahkemeye yaptığı itirazın kısa sürede sonuç vereceğini ve bu kısıtlı demokrasimizde bile hiç olmazsa Çin’den daha iyi durumda olduğumuzu ümit etmek istiyorum.
Zinciri kırmanın yolu
CAPİTAL ve Ekonomist dergileri tarafından bu yıl üçüncüsü düzenlenen Uludağ Ekonomi Zirvesi’nin açılış konuşmasını Başbakan Yardımcısı Ali Babacan yaptı.
Üç yıldır her açılış konuşmasında Babacan aynı şeye dikkat çekiyor:
Türkiye, orta gelir zincirini kırıp, gerçekten ekonomisi gelişmiş, insanları refaha ermiş bir ülke olacaksa önce gerçek bir hukuk devleti olmak zorundadır.
Keyfiliğe yer olmayan, evrensel demokratik hukuk kurallarına uygun olarak çıkarılmış kanunlarla tarif edilmiş ve herkesin buna sıkı sıkıya uyduğu bir hukuk düzeni!
Babacan üç yıldır bunu söylüyor ama bugün geldiğimiz noktada yargıyı kendisine bağlamak isteyen, bir demokrasinin denge ve balans sistemlerini yok ederek keyfi uygulamalara eğilimli bir hükümetin de üyesi.
Çelişkili bir durum olduğunun eminim kendisi de farkındadır ama bildiği doğruyu söylemekten vazgeçmiyor olmasının önemli olduğunun altını çizmek isterim.
Zirvenin açılış konuşmalarından birisini yapan Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanvekili Hanzade Doğan Boyner de önemli bir konuya dikkat çekti:
“Sermaye sahipleri ve tüm bireylerin, içinde bulundukları sistemin liyakate bağlılığına, hukukuna, ahlakına, şeffaflığına, siyasi sağduyusuna güvenmeli ve bu güvenle uzun dönemli riskler alabilmeli. İnsan sermayesini temsil eden gençler, içinde bulundukları toplumun özgür yapısına, farklılığa ve değer verdiğine güvenmeli.”
Bunu kendimize sıkça hatırlatmamız gerekiyor.
Uyanıklığın, kanunların arkasından dolaşmanın, sıkışan bürokrasi çarklarını para ve hediye ile yağlamanın “iş bitiricilik” diye kutsandığı bir ülkede, bunu başarabilmemiz mümkün mü?
O halde işe buradan da başlamalıyız.
Dürüst bireyler olmanın yüceltildiği, bu türden iş bitiriciliklerin uyanıklık değil, ahlaksızlık olduğunu öneren yeni bir toplumsal bakışa ihtiyacımız var.
Paylaş