Paylaş
“Artık bu eylemlere bir son verilmesini özellikle rica ediyorum. Bir derdiniz varsa belediye başkanıma, valime gidersiniz. Temsilci seçersiniz, ben dahil kabul ederim. Bunların hiçbiri değil de başka yollara başvurursanız, aynı şekilde devam ederseniz, kusura bakmayın anladığınız dilden konuşmak zorunda kalırım. Çünkü sabrın da bir sonu vardır”.
Gezi Parkı’ndaki eylemcileri temsilen bir heyet Başbakan Yardımcısı’yla görüştü. Cumhurbaşkanı bu eylemlerle ilgili olarak Barolar Birliği’nden tutun da esnaf temsilcilerine kadar birçok kişiyle görüştü.
Bu iki makamdan yapılan yatıştırıcı nitelikteki açıklamaları yok sayıp, olayın üzerine körükle giden de Başbakan’dan başkası değildi, önce bunu bir hatırlamış olalım. Başbakan’ın “Anladığınız dilden konuşurum” sözleri, hareketin şiddetle sonlandırılacağı tehdidini içeriyor, yoksa neden böyle bir şey desin ki?
Baştan söyleyeyim ki onlar bu dilden anlamazlar.
Meydanlara çıkanlar hot zottan, nobran bir tavırla azarlanmaktan, yok sayılmaktan, dikkate alınmamaktan bıktıkları için oradalar.
Başbakan’ın danışmanları biraz akıllı olup, o meydanda bir tur atıp, orada toplananların nasıl insanlar olduklarını anlayabilecek çapta olsalardı, bu aklı da ona vermezlerdi. Meydanlarda toplananlar hayatlarına karışılmamasını, yok sayılmamalarını, saygı görmeyi, yaşadıkları çevre ve kentle ilgili söz haklarının olmasını istiyorlar.
Sorunumuz Başbakan’ın onların konuştuğu dili anlayamıyor olmasıdır.
Meydanlar nasıl sakinleşecek?
BAŞBAKAN hâlâ memlekete kaç ağaç diktiğinden, çevreyi nasıl koruduğundan söz ediyor ama ihmal ettiği bir şey var ki Gezi Parkı direnişi ile başlayan eylemler artık ağaçların boyunu çok aştı.
Başbakan ağaçlar yüzünden ormanı göremiyor, onun için de sağlıklı bir çıkış yolu bulamıyor, şiddetten söz ediyor, destek mitingleri düzenlemek peşinde koşuyor. Evet, protesto orada başladı, polisin aşırı güç kullanımı nedeniyle bir öfke patlamasına dönüştü ama artık o noktayı geçtik.
Meydanlardaki insanların temel isteği şu: Hayatıma karışma, kendi değer yargılarını üstün görüp beni yargılama, çoğulcu bir demokrasinin kurumlarını yerleştirmeye çalış, başka fikirlere, yaşam biçimlerine saygı duy!
Bu insanları bunca yıllık AKP iktidarından sonra sokağa çıkmaya ve direnmeye yönelten şey bir yandan AKP iktidarının nobranlığı ise diğer yandan kendilerini temsile layık bir siyasal hareket de göremiyor olmalarıdır.
Sokağın patlamasının nedeni iktidarı ve muhalefetiyle siyaset düzenimizin bütün aktörleridir, birinin gücüne tapma merakı ise diğerinin de siyaseten yetersiz olmasıdır.
Bugün sokaklara taşan kalabalıkların içinde elbette küçük siyasi örgütler de var, onlar da kendilerini bu sayede ifade edebilme olanağını buluyorlar ama unutmayalım ki sokaktaki ezici çoğunluk bir siyasi örgütün talimatı ya da yönlendirmesiyle oraya çıkmış değil.
Kendiliğinden gelişen bir süreç bu ve muhalefetin de bu hareketi konsolide edebilecek ne sözü, ne eylemi var. İktidar deseniz sokakta ne olup bittiğini bile anlayabilmiş değil. Bundan sadece kaos çıkar, sağlıklı bir demokratik gelişme çıkmaz.
Kuşkusuz ki herkes aynı sorunun peşinde: Şimdi ne olacak?
Ne olacağına gelmeden önce sokağın sakinleşmesi gerekiyor ve bunu Başbakan’ın bu tutumuyla sağlaması da mümkün değil.
Âkil adamlar heyetine şimdi ihtiyaç var, Kürt hareketiyle barışma sürecinde kullanılan türden âkil adamlara değil ama!
Gerçekten sözü dinlenir, herkesin saygı duyacağı, hükümet ile sokak arasında bir köprü olup pazarlığı yürütecek, sokağı sakinleştirirken iktidarı da eskiye dönmeyeceğine ikna edecek bir âkil adamlar heyeti!
Memleketimizde bir “ombudsman” da var, devlet ile sokak arasındaki teması kurup normal siyasetin yolunu açabilirdi. Ama onun seçiminde yapılan yanlışlık, böyle bir tabloda aklımıza gelmesini bile önlüyor. Herkesin unutmaması gereken şey bunun böyle sonsuza kadar süremeyeceğidir.
Demokrasi uzlaşma rejimidir, herkesin birbirinin varlığına saygı göstereceği, birbirini dinleyeceği ve “dediğim dedik” davranmayarak ortak noktalarda buluşabilecekleri bir rejimdir.
Başbakan önce derin bir nefes alıp sakinleşse ve oturup bu konuları düşünmeye başlasa hepimiz için hayırlı olur.
Dikkat ‘öcü’ var!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, meydanlardan taşan öfkenin sorumlusunu buldu: Faiz lobisi!
Kimlerdir, nasıl bir güçleri var ki yüz binlerce insanı meydanlara çıkarabildiler, bunu bilmiyoruz ama elimizdeki yeni “öcü” onlar.
Benim ilk gençlik yıllarımda “öcü” komünizm tehlikesi idi.
Fırından alınan ekmeğin bozuk çıkmasının bile sorumlusu onlardı, memlekette yolunda gitmeyen her işin arkasında onların parmağı vardı.
İktidarın meşrebine ve durumun şekline göre “öcü”lerin kılık değiştirdiği de oldu.
Kimi zaman “masonlar”, kimi zaman “mürteciler” suçlandı.
Komplolara meraklı olduğumuz ve kendi halkımıza hiç güvenmediğimiz için bazen “dış mihraklar” da “öcü” kılığına sokuldular: İsrail, ABD, İngiltere, Almanya gibi.
Yeni öcümüz “faiz lobisi” ve Başbakan bunlarla mücadele için insanların, şirketlerin paralarını bazı bankalardan çekip, devlet bankalarında değerlendirmesini bile öneriyor. (Türkiye’de batacak bir bankanın sadece “Ahmet beyin bankası” olmayacağının, bütün sistemin tehdit altına gireceğinin farkında bile değil.)
Yaşarsak kim bilir daha ne öcüler ile korkutulacağız, sindirileceğiz.
Öyle görünüyor ki Türkiye’de iktidardaki isimler ve fikirler ne kadar değişirse değişsin oyun modeli hiç değişmiyor, herkes kendisine göre bir öcü yaratıp, tepe tepe kullanıyor.
Paylaş