Paylaş
BU resmin adı başlıktaki soru dizisinden oluşuyor.
Fransız ressam Paul Gauguin’in en önemli eseri olarak da kabul edilir.
Toprağı bol olsun, hayatı ekonomik sıkıntılarla boğuşmakla geçmiştir.
Uzun süreli depresyon ve bir intihar teşebbüsünün ardından “taze balık ve meyve” için tropik bir adada yaşamaya karar vermiş, Tahiti’de karar kılmıştı.
Sanıyorum bu resmi “postdepresyon” döneminde çizmiş olmalı çünkü Tahiti’de bundan önce çizdiği resimlerin, yaşadığı ortamın da etkisiyle “primitif” olduğunu yazıyor eleştirmenler.
Bu resim onlardan kesinlikle ayrılıyor.
Resmi sağdan sola doğru okuyabilirsiniz. En sağdaki bebek hayatın başlangıcını, en soldaki düşünen yaşlı çıplak kadın da hayatın sonunu imliyor.
Tabloda yer alan değişik figürler, varoluşa ilişkin soruları temsil ediyor.
Din, cinsellik, yaşam, ölüm... Hepsini bulabilirsiniz.
Bu resmi hatırlamama ve bugün sizlere de söz etmeme neden olan şey, rant uğruna ülkemizin zeytinliklerinin köküne kibrit suyu dökecek bir yasanın çıkmak üzere olmasıdır.
Bu tasarı ile ilgili haberleri gazetede okurken Bodrum’daydım.
Bahçemde, bir yol inşaatı nedeniyle sökülmüş, yaşının bir asırdan fazla olduğu tahmin edilen bir zeytin ağacı var.
Onu alıp bahçeye getirdiğimizde kocaman bir kütükten ibaretti.
Dalları kesilmişti, sadece ana kökleri yerinde duruyordu.
Kütüğe baktığınız zaman yılların, hava şartlarının, yabani hayvanların, kuşların bıraktığı izleri görebiliyordunuz.
Dikerken “Canlanmasa bile bir heykel gibi burada durabilir” diye düşünmüştüm.
Bir seneye yakın hiçbir hayat belirtisi göstermedi.
Bir mart ayının sonlarında üzerinde minicik bir dal, dalın üzerinde taptaze yeşiliyle insana yaşama sevinci veren beş-altı yaprak keşfettim.
İki sene içinde “bonus kafa” diyebileceğim bir şekle dönüştü.
Şimdi, o yaşlı gövdenin üzerinde belki bine yakın dalı var, sayılamayacak kadar da yaprağı.
Zeytincilikten anlayanlar, dalları seyreltmem gerektiğini söylüyorlar ki meyve verebilsin. Ama o genç dallara kıyamıyorum.
Paulo Coelho’nun Simyacı romanında kahramanlardan biri şöyle diyordu:
“Gerçekte kendi kişisel menkıbesini yaşayan kimseye karşı hayat cömerttir.”
O ağaç da kendi menkıbesini yaşıyor ve hayatın ona cömertçe verdiklerini geri almak haddim değildir diye düşünüyorum, varsın zeytini de bakkaldan alayım.
O belki binden fazla daldan fışkıran küçük yeşil yapraklar bana her baktığımda hayatın yeniden başladığını hatırlatıyor.
Zeytinlerin yapraklarının üstü ve altı ışığı farklı yansıtıyor.
Güneş o dalların arasından batarken bir ışık yağmuru altındaymışım gibi hissediyorum kendimi. Ama ne kadar istesem de o ışıkları bir fotoğraf karesine hapsedebilmeyi başaramadım. (Instagrama bir resmini koyacağım bugün, dilerseniz “mehmetyyilmaz” diye arayarak bulabilirsiniz.)
Bu ağaç bana hayallerimizin her şart altında yeşerebileceğini, canlı kalabileceğini, var oluşumuz konusunda ayak direyebileceğimizi öğretti.
Hâlâ gerçekleştiremediğim hayallerimin varlığını hatırlatıyor ve kaç yaşına gelmiş olursam olayım, ölmek üzere bile olsam hayallerimi gerçekleştirebileceğime ilişkin bir inanç veriyor.
Gauguin’in başyapıtında yanıt aradığı soruların hepsini tek başına yanıtlıyor.
Zeytinlikler ile ilgili kanun tasarısı, 25 dönümden küçük zeytinlikleri “sıradan arazi” olarak tanımlıyor ve imara açılabilmesine, sanayi tesisleri, alışveriş merkezleri, konutlar yapılabilmesine olanak sağlıyor.
Türkiye’deki zeytinliklerin ortalama büyüklüğünün 10 dönüm olduğunu da hesaba katarsanız, günün birinde bir tek zeytin ağacının kalmayacağını da tahmin edebilirsiniz.
Bu ağaçlar, bu topraklarda altı bin yıldır yaşıyorlar.
Tarihin her döneminde “kutsal” oldular. Yakın zamana kadar Türkiye’de de önceden izin almadan kesilmeleri yasaktı.
Ve şimdi rant heveslileri baltaları bilediler, bekliyorlar.
Hediye saat palavra çıktı
THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu’nun, Maliye Bakanlığı Müsteşarı Naci Ağbal’a, 220 bin dolar değerinde bir saat hediye ettiğine ilişkin, cemaat medyasında yayımlanan haberin yalan olduğunu öğrendim.
Dün Müsteşar Ağbal ile konuştum. Bu haberin ilk kez 3 yıl önce Yurt gazetesinde yayınlandığını anlattı. Haberi yayımlayan gazeteye o tarihte açtığı davaları kazandığını, hayatı boyunca da zaten böyle bir saate sahip olmadığını söyledi.
Müsteşar Ağbal, YÖK Genel Kurulu ve Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliğinden herhangi bir gelir elde etmediğini de belirtti.
Dün yazdığım gibi cemaat–hükümet kavgasında, sıkça belden aşağı yumruk atılıyor, belli ki bu haber de bu işin bir parçası olarak yeniden servise sokulmuş.
Okuyucularımın bilgisine sunarım.
NOT: 4 Ağustos günü yeniden bu köşede buluşmak dileklerimle bayramınızı kutluyorum.
Paylaş