Paylaş
Savcılık takipsizlik kararı vermemiş olsaydı, bu kişiler aslında aynı davanın sanığı olarak mahkemede yargılanacaklardı, şimdi “tanık” sıfatını kazandılar.
Bu “tanıkların” hepsi, komisyona ifade vermeyi reddetti.
Hiçbir şey söylemeden çekip gittiler.
Baktım, AKP sözcüleri “milli iradeden” dem vuracaklar mı diye, tıs yok!
Milli iradenin temsilcisi TBMM komisyonu ifade almak istiyor, bunlar “Hadi işinize gidin, size ifade mifade yok” diyorlar!
Benim açımdan bu işin ilginç olan yönü Barış Güler’in tanık olarak ifade vermeyi kabul etmemiş olması.
İfade verseydi, hangi bilgisiyle Reza Zarrab’a “danışmanlık” yaptığını açıklamak zorunda kalacaktı, bu bir.
Evinde çıkan kasaları, para sayma makinesini ve 93 bin dolar artı 325 bin Euro ve artı 395 bin liranın kaynağını açıklaması da gerekebilecekti.
Babası “oğlum bir gayrimenkul alımı için o parayı evde bulunduruyordu” demişti, o parayla nereyi alıp ya da satacağını da açıklaması gerekecekti.
Bir de tabii çelişkileri açıklaması lazımdı.
Para madem gayrimenkul alımı için evde bulunuyordu, babası ona evde arama sürerken telefonda neden “Danışmanlık işi de, akrabamdan alacağım vardı de” diye talimatlar yağdırmıştı, bunun da açıklanmaya ihtiyacı vardı.
Madem babası masumdu, kendisinin bu işlerde bezi yoktu, neden tanıklık edip bütün iddialar ile ilgili tatmin edici bir açıklama yaparak babasını kurtarmayı denemedi, gerçekten çok merak ettim!
Reza Zarrab da aynı şekilde kendisine devlet koruması sağlanması ile ilgili ayrıntıları açıklamak zorunda kalacaktı.
Kendisini rahatsız eden bir komiseri sürdürme işini de tabii!
Bakanın kendisine neden “Önüne yatarım” dediğini de sanırım komisyon merak eder ve sorardı.
Tabii sadece bunları değil.
Zafer Bey’in saatinin faturasının neden onun adamı üzerine kesildiğini, neden Zafer Bey’in kod adının rüşvet listesinde geçtiğini, Egemen Bağış’a neden ayakkabı kutusunda, elbise torbasında ve çikolata tepsisinde 500’er bin dolar para verdiğini de anlatırdı belki.
Ama kısmet değilmiş demek ki!
Bakarsınız, bakanlar “sanık” olarak sorgulanırken, onlar açıklarlar bu soruların yanıtlarını.
‘Dünün’ şakası!
DÜN en çok şu tweet’e güldüm, “Çapulcu Ayyaş” isimli bir kullanıcı atmış:
“Saatlerin geri alınacağını duyunca fenalaşan Zafer Çağlayan’a durum izah edilmeye çalışılıyor.”
Daha önce de söylemiştim...
Bu tür şakaları daha çok duyacaksınız Zafer Bey, alışmaya çalışın, sinirlenmeyin!
Merak ettiğim bir konu!
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, çözüm süreci ile ilgili olarak şunu söyledi:
“Çözüm süreci bizim için asırlarca bir arada yaşamış halkımızın içindeki barışı tesis etme ve milli birliği sağlama sürecidir. Bu teröristlere, vahşilere eşkıyalara taviz verme süreci değildir. Tek muhatabımız da burada bahsedilen terör örgütü değil, bölgede yaşayan halkımız ve onu temsil eden tüm kesimlerdir. Halkımızı tek parti temsil etmiyor.”
Ben de soruyorum:
Peki eğer bu söylediğiniz doğruysa, neden bu sürecin “tek muhatabı” Abdullah Öcalan imiş gibi davranıyorsunuz?
Niye heyetler ona gidip geliyorlar da bölgedeki başka kişi ya da kuruluşlara gidip, “yol haritasını” tartışmıyorlar?
Gülencilerin uluslararası meşruiyet atağı
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Obama’yı her gördüğünde, her konuştuğunda Fethullah Gülen’in iade edilmesini istiyor.
Yandaş gazetecilerin bu konuda yaydığı havaya bakarsanız, Obama da bugün yarın Gülen’i, Erdoğan’a teslim edecek gibi!
Ama bunun işaretlerini pek göremiyorum.
Gülenci bir vakfın Beyaz Saray ile ortaklaşa Kurban Bayramı kutlaması yaptığını yazmıştım geçtiğimiz hafta.
Bu kez Gülencilerin Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın, Birleşmiş Milletler’in “himayesinde” Cenevre’de bir “barış konferansı” topladığını okudum.
Konferansta, akademisyen Tarık Ramazan, Mahatma Ghandi’nin barış aktivisti torunu Ela Gandhi ve BM Cenevre Ofisi Direktörlüğü Siyasi İşler Sorumlusu Anders Smith Serrano, evrensel barışın esaslarını tartışmışlar.
Elliden fazla ülkeden yaklaşık 800 entelektüelin katıldığı toplantıya, vakfın “onursal başkanı” Fethullah Gülen de bir mesaj göndermiş.
Mesajı da Alman tarihçi ve gazeteci Johen Thies okumuş!
Hayli uzun bir mesaj, ben Zaman’ın internet sitesinde okudum.
Öyle görünüyor ki Türkiye’de Erdoğan ve AKP sıkıştırdıkça, Cemaat uluslararası ilişkilere önem veriyor, o zeminde kendine bir meşruiyet alanı yaratmaya çalışıyor.
Beyaz Saray ile ortak kutlama yapıyor, Birleşmiş Milletler ile ortak konferans düzenliyor.
Hayli ilgi çekici bir durum bu.
Bakalım, uluslararası alandaki bu mücadeleyi kim kazanacak?
Paylaş