Paylaş
13 yıllık AKP iktidarında bir istikrardan söz edecek isek bu sadece her şeyin altüst olması olabilir.
Mesela götürüp devleti şimdi “paralel” dedikleri kişilere teslim ettiler.
Sonradan öğrendik ki devletin polisi, bu yapının elinde kalmış, bunlar sadece seyredebilmişler.
Hukuk düzeni deseniz aynı. Kendilerinin söylediklerine göre hâkimler, savcılar Atlantik ötesinden emir alır, kanunlara göre değil, oradan gelen işaretlere göre karar verir olmuşlar.
Bu 13 yılda doğru dürüst bir KPSS bile düzenlemeyi başaramadılar. Ya sorular çalındı, bunlar seyretti ya da sorular yanlış çıktı, bunlar yine seyretti.
O kadar ki hâkim-savcı sınavına bile sahip çıkamamışlar, hak etmeyenler kopyayla hakim-savcı olabilmişler. Ben söylemiyorum, kendileri söylüyor bunu.
Milli Eğitim deseniz orada da durum aynı. “İstikrar” sadece istikrarsızlık doğurmuş. Beş bakan değiştirdiler hepsi bir öncekinin yaptığı sınav düzenini bozdu, yeni bir sistem getirdi. Öğrencilerin ve velilerin başı döndü.
Beş yaşındaki çocukları ilkokula gitmeye zorladılar, ertesi sene yanlış yaptıklarını görüp vazgeçtiler, olan o yıl okula gitmeye zorlanan yüz binlerce çocuğa oldu.
“Tarım” ülkesinde yaşıyorduk, buğdayı bile ithal eder olduk, et üretimi deseniz artık dışarıdan kesilmiş hayvan satın alıyoruz.
İş kazalarına karşı hiçbir önlem alamadılar, binlerce kişi bu iktidar döneminde iş kazalarında hayatını kaybetti, “fıtrat” deyip geçtiler.
“Analar ağlamasın, şehit cenazeleri gelmesin” diye yola çıktılar, şimdi diyorlar ki “Ne mutlu şehit olanlara ve ailelerine”!
Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçen gün AKP İletişim Merkezi’ni açarken bir konuşma yaptı ve 13 yıllık iktidarları döneminde gelebildiğimiz yeri şöyle açıkladı: “Millet beka mücadelesi veriyor!”
Eski kelimeleri kullanırlarsa kimse anlamaz zannediyorlar belli ki.
Başbakan’ın “beka” dediği kelimenin karşılığı sözlüklerde “kalıcılık, ölmezlik” diye açıklanıyor.
Bin yıllık “millet”in bu iktidar döneminde geldiği yer Başbakan’a göre bu!
Millet ayakta kalma, yok olmama mücadelesi veriyor!
İstikrara bakın!
Emniyet’te cemaatler savaşı!
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu’nun, yenilenecek seçim için kurduğu hükümette İçişleri Bakanlığı’na, İstanbul Emniyet Müdürü’nün getirilmesinin nedeni, meğerse Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki “cemaatler savaşı” imiş.
Milliyet’te Tolga Şardan’ın yazdığına göre Emniyet’teki “Gülenci” temizliğinin ardından yeni bir cemaatler savaşı patlak vermiş.
Nurcu akımlardan “okuyucular” ve “yazıcılar” grubu ile eskiden Gülen cemaatinin “Emniyet İmamı” Kemalettin Özdemir’in adamlarından oluşan “Közcüler” grubu arasında bir yetki ve makam mücadelesi başlamış. Bu çatışmaya daha sonra Süleymancılar, Menzilciler, İsmailağa Grubu’na yakın olanlar ve Kırkıncı Hoca grubu gibi cemaat ve dini akımlara bağlı Emniyet mensupları da katılmış.
Bunun sonucunda da terfi bekleyen bazı müdürler terfi edememiş, hak etmeyenler terfi ettirilmiş.
Şardan’ın yazdığına göre Gülen cemaatine yönelik operasyonlarda kullanılan müdürlerin terfileri kasıtlı olarak verilmemiş.
Terfileri görüşülen bazı polis amir ve müdürlerin özlük dosyalarındaki “geçmişte kaldıkları otellerin kayıtları, namaz kılıp kılmadıkları ve içki içip içmedikleri” gibi bilgiler değerlendiriliyormuş.
Gülen cemaatiyle mücadele edenlerin terfilerinin engellenmesi Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a iletilince de Başbakan, İçişleri Bakanı’nı değiştirmek ve İstanbul Emniyet Müdürü’nü bakan yapmak durumunda kalmış.
Tolga Şardan, Emniyet içinde önemli haber kaynakları olan ve bu camiayı yakından takip eden bir gazeteci. Onun için yazdıklarına itimat ediyorum.
Emniyet teşkilatının düşürüldüğü şu hale bakar mısınız?
Mesleki bilgi, mesleki yeterlilik bir kenara bırakılmış, kimin hangi cemaate üye ya da yakın olduğu terfilerde etkili olmaya başlamış.
Böyle bir Emniyet teşkilatı, ağır terör tehdidi altındaki bir ülkede vatandaşların huzurunu nasıl sağlayacak?
Yüksel ki yerin bu yer değildir!
ESKİ CHP’li milletvekili İhsan Özkes, fikrini değiştirdi ve daha önce “haram” dediği Beştepe Sarayı’na gitti.
Olabilir, ben “değişime” inanırım, insanların fikirleri, düşünceleri zaman içinde değişebilir.
Sadece bu kadar “hızlı” olur mu, ondan emin değilim.
İhsan Bey’in fikirlerindeki değişim hızı, bir kuantum sıçramasıyla mümkün olabilir ancak.
Özkes, “Bara, meyhaneye gitseydim beni överlerdi” de diyor ki gerçekten çok ucuz bir demagoji.
Bara gittin diye niye seni övsünler? Bu kadar insan gidiyor diye övgü mü alıyor? Ya da gitmeyenler eleştiriliyor mu? İsteyen gider, istemeyen gitmez, neden övülsünler, neden yerilsinler?
Özkes, “Hazreti Muhammed yaşıyor olsaydı kesinlikle bu saraya giderdi” de diyor.
Çünkü Saray’da “sünnetten emareler çok” imiş!
Dinin politikaya alet edildiğini çok gördük, ama bu kadarı da artık biraz fazla değil mi?
Özkes’in geldiği noktanın bir adım ilerisi yoksa Erdoğan’ın “mehdi” ilan edilmesi mi olacak diye merak etmedim de değil.
Özkes, bu performansıyla AKP’den bir milletvekilliği hak ediyor bence. Tuğrul Türkeş de öyle!
Daha önce Erdoğan ve AKP için ağızlarına her geleni söyleyen ama şimdi hem partide, hem hükümette rahatça yer alabilen Süleyman Soylu ve Numan Kurtulmuş’tan neleri eksik?
Paylaş