Paylaş
“Eskiden Jitem vardı, şimdi de paralel yapı” dedi.
Yeni bir şey değil tabii söyledikleri.
Olayların çıkmasına neden olanlar da aynı şeyi söylüyor, olayları önlemek ve asayişi sağlamakla görevli olanlar da!
Elbette, Kobani olayları sırasında birtakım provokatörler de işin içine karışmış, gösterilerin çığrından çıkmasına neden olmuş olabilir, bunu bizim gibi bir ülkede yaşayan herkes tahmin edebilir.
Daha önce çok örneğini görmüştük, bu da onun bir tekrarı olabilir.
Ama provokatörlerin varlığı, provokasyona zemin hazırlayanların sorumluluğunu ortadan kaldırmaz!
Rahmetli anneannem sağ olsaydı “Kör müsünüz, siz de provoke olmayın” derdi!
Hatip Bey’in ihmal ettiği ve işine öylesi geldiği için görmezden geldiği konu şudur: Kürt siyasal hareketi, şiddete eğilimli PKK’nın bazı unsurları ile arasına mesafe koyamıyor.
Dağda silahla gezip, askere ateş eden, pusu kuran vs. gibi unsurları kastetmiyorum.
Onlarla aralarına bir mesafe koymalarının güçlüğünü ve bunu beklemenin anlamsızlığını biliyorum.
Söylediğim ne zaman sokağa gösteri için çıksa ilk aklına gelen lastik yakmak, camı çerçeveyi indirmek, molotofkokteyli atmak olan, belki “lümpen” diye tanımlamamız gereken unsurlardır.
Otobüs yakan ki geçmişte o otobüslerin içinde insanlar da yanarak öldüler, okulu ateşe veren, yoldan geçen sakallıyı “IŞİD’cidir” diye çevirip linç edenler ile aralarında nasıl bir mesafe var?
Mesafe olmadığı gibi bu tür eylemlerin “serhildan” diye yüceltildiğini, eylemcilerin sırtlarının pışpışlandığını da biliyoruz.
Evet, provokatörler vardır, eskiden de vardı, gelecekte de olacak.
O provokatörlerin rahatça işlerini görebilmelerine olanak sağlayan zemini yaratan nedir?
Şiddetin, Kürt siyasal hareketinin bir “şantaj” aracı olarak elde tutulmaya devam edilmesi isteği mi?
Kürt sorununun çözümü, bu ülkede demokratik bir ortamda huzur içinde yaşamak isteyen herkesin beklediği bir şeydir.
Bunu beklerken, Kürt siyasal hareketinin de bir “çevre temizliği” yapmasının zamanı gelmedi mi?
Hadi Avrupa’ya uydurun hepsini
KOBANİ gösterileri sırasında yaşanan olayları bahane ederek, polis devleti kurma peşinde olan AKP hükümetinin sözcülerine bakacak olursak, bu tür özgürlükleri kısıtlayıcı kanunlar Almanya’da, İngiltere’de, AB ülkelerinin bazılarında da varmış!
Ne güzel!
Telefonlarımız sırf “İhbar var” denilerek dinlenebilecek, polis yoldan çevirip 245 saat karakolda gözaltında tutabilecek vs.
Utanmasalar “AB’ye uyum için yapıyoruz” diyecekler ama daha o kadar pişkinleşmemişler demek ki!
Almanya’daki, İngiltere’deki, AB’deki uygulamalara bu kadar meraklısınız da o zaman neden oradaki diğer örneklere de heves etmiyorsunuz?
Neden bizim yargıçlarımız İsveç’teki gibi bağımsız ve tarafsız olamıyorlar?
Fikir açıklama özgürlüğümüz neden Almanya’daki kadar değil?
Neden bizim toplantı yapma, miting düzenleme özgürlüğümüz İngiltere’deki gibi olamıyor?
Neden size her şey bir polis devletini çağrıştırıyor?
Sakin olun Zafer Bey, alışın bunlara
RÜŞVET ve yolsuzluk operasyonu nedeniyle görevinden istifa etmek zorunda kalan eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, TBMM’de, CHP Bolu Merkez İlçe Başkanı ile tartışmış.
“Tartışma” dediysem karşılıklı geçip bir konuda fikir münakaşası yapmamışlar tabii.
Zafer Bey, İlçe Başkanı Hüseyin Yıkılmaz’ın üzerine yürümüş, işe korumaları da karışmış, taraflar yumruklaşmanın eşiğinden dönmüşler.
Kavganın bu aşamada kalmasına eskiden bizim mahellede “horozlanma” derlerdi, şimdi ne isim veriliyor bilmiyorum.
Neyse, zaten konumuz bu değil.
“Horozlanmaya” neden olan konu, Yıkılmaz’ın, yanındaki kişilere saatini göstererek “Geç kalıyoruz” demesi.
Zafer Bey buna alınmış “Ne bakıyorsun” demiş, Yıkılmaz da “Sana değil saatime bakıyorum” deyince de tansiyon yükselmiş, yumruklar sıkılmış, allahtan araya girmişler, kimse kimseye vurmamış.
İlginç olan konulardan biri, TBMM kulislerinde dolaşırken bile Zafer Bey’in yanında korumalarının olması! Yıkılmaz’ın üzerine yürürken, korumalarının da işe karışması. Ama bunu da geçelim, şimdilik.
Zafer Bey’in bu saat meselesine hassas olduğunu geçmiş olaylardan biliyoruz.
Daha önce de saat soran bir vatandaşı lokantanın mutfağına korumaları marifetiyle çektirip, verip veriştirdiğini biliyoruz.
Hassasiyetin nedeni de tabii ki Reza Zarrab’dan aldığı 700 bin lira değerindeki kol saatinin yakalanmış olması!
TBMM kürsüsünden bir kâğıt sallamış ve saatin parasını ödediğini söylemişti ama o kâğıdın ödemeyle ilgili bir kâğıt olmadığı da sonradan ortaya çıkmıştı.
Ben de diyorum ki, Zafer Bey, artık bunlara alışın!
Bu saat meselesi hep peşinizden gelecek, saat soracaklar, gösterecekler vs.
Ta ki siz o saatin parasını gerçekten ödediğinizi gösteren bir fatura ya da banka dekontunu ortaya çıkarana kadar.
Onu çıkaramıyorsanız da sakin olmaya gayret edin, mesela bir yatıştırıcı için sokağa çıkmadan önce.
Bu işi kuru gürültüye getirerek kapatabilmenize imkân yok, ben söylemiş olayım!
Paylaş