Paylaş
Daha doğrusu hayatımızı paylaşabileceğimiz birisini seçme hakkına sahibiz ama bunun her zaman “mutluluk garantili” olmadığını da biliyoruz.
Yanlış seçim yaptığınızda kaybolan yıllarınızı da geri vermiyorlar.
Ama o yanlış seçimi yaptığınızın farkına varana kadar geçirdiğiniz günleri de hesaba katmalısınız.
O süre içinde hiç mutlu
olmadınız mı?
Mutlaka olmuşsunuzdur.
Yüzünüzde belli belirsiz bir Mona Lisa tebessümüyle yakalarsınız kendinizi.
Bir şarkı, denizden gelen iyot kokusu, martıların çığlıkları, bir resimde gördüğünüz etekleri tatlı bir esintiyle uçuşan kadın, boş bir asansöre bindiğinizde duyumsadığınız belli belirsiz bir parfüm.
O kadar çok şey sizi geride bıraktığınız güzel anlara götürebilir ki bazen siz bile şaşarsınız bunun nasıl olduğuna.
Çünkü hayat böyle bir şeydir, gerçek hayattan söz ediyorum.
Geçenlerde bir tiyatro oyunu seyrettim, İstanbul Küçükçiftlik’teki TOY sahnesinde.
Tek kişilik bir oyun aslında bu. Şebnem Bozoklu’yu sahnede tek başına izliyorsunuz ama ona eşlik eden bir de dış ses var, Kerem Fırtına’nın sesi. Onu ancak oyun bittiğinde, izleyicileri selamlarken görebiliyorsunuz. Onun için “tek kişilik oyun” dedim, Fırtına alınmasın. (Yönetmen: Bahar Kerimoğlu, Yazan: Kemal Hamamcıoğlu.)
Tek kişilik oyunlar izleyen için de, oynayan için de zor oyunlardır.
Oyuncu, oynadığı rolü size hissettirebilecek çaptaysa, izleyici için işin zorluğu biter tabii. Ama oynayan için o zorluk hiç bitmez. Sahnede destek alabileceği kimse yoktur, adeta evrende bir başınadır.
Şebnem Bozoklu, bunun üstesinden gelmeyi başarmış, kutlarım, önce onu söyleyeyim.
Oyunun adı “Kaplan Sarılması”.
Zamanın olmadığı bir mekânda, bir “mutluluk odasında” geçiyor oyun.
Benim gibi sabırsızların bile sıkılmadan izleyebildikleri, tek oyuncuya rağmen temposu hızlı bir oyun, aynı zamanda da bir görsel şölen tadında.
‘Mutluluk odası’na parasını ödeyen herkes girebiliyor ve o odadayken istediklerinizi, yaptıklarınızı hiç kimsenin bilebilmesine de olanak yok.
Orta sınıfa mensup olduğunu giyim kuşamından, çizdiği karakterden anladığımız oyuncu kadın, bu odaya giriyor ve kendisini mutlu edecek bir erkeği tarif ediyor.
Teknoloji öyle gelişmiş ki istediği tarife uyan bir erkeği onun için yaratıyorlar.
Oyunu anlatmayacağım tabii, izlemek isteyenlerin tadını kaçırmak istemem. TOY’un internet sitesinde oyun günlerini ve seansları bulabilirsiniz.
Oyunu izlerken şunu düşündüm: Bir kadın için mükemmel erkek, fiziksel özelliklerden, boydan bostan, iyi kokmasından, zarif olmasından, kadının isteklerini karşılayabilmesinden mi ibarettir?
Müzeyyen Senar’ın, ölümünden 10 yıl kadar önce Ayşe Arman’a söylediği şu sözünü not etmiştim:
“Şöhret, para, pul, han, hamam geçici. Keşke bir adam olsaydı hayatımda da onunla birlikte yaşlanabilseydim.”
Rahmetli Senar’ın üç kez evlendiğini biliyoruz. Belki o geçiş dönemlerinde âşık olduğu başka erkekler de olmuştu, bunu bilemiyorum.
Ama “keşke” diye bir pişmanlığı itiraf ettiğine göre kendi mükemmel erkeği ile hiç karşılaşmamış olduğunu da söyleyebiliriz.
40’lı yaşlarının ikinci yarısında, çok başarılı bir işkadını olan yakın bir arkadaşım var.
Bir süre önce eşinden ayrıldı, yalnız yaşıyor ve bu durumdan da hiç hoşnut değil.
Ona da hep aynı şeyi söylüyorum: “Beklentilerini düşür, mükemmel erkeği arama, bulamazsın!”
Peki mükemmel erkek nedir? Bir sınavda sorsalar, nasıl yanıtlar bir kadın?
Kuşkusuz ki dünyadaki kadın sayısı kadar “mükemmel erkek tarifi” vardır, milyarlarca yani!
Dürüst, yalan söylemeyen, aldatmayan, nazik, kibar, yakışıklı, güvenilir, işinde başarılı, esprili, güldüren, can sıkmayan, zengin, iyi bir seks partneri?
Dediğim gibi milyarlarca kadın için milyarlarca kombinasyon olmalı, bu iş kişiden kişiye değiştiğine göre!
Onun için erkek bakışıyla mükemmel kadını tarif etmek daha kolay sanki.
Çünkü biliyorum ki “mükemmel erkek” tipi ile “hiç de mükemmel olmayan erkek” tipinin, bu soruya vereceği yanıtlar birbirinden nüanslarla ayrılabilir ancak.
Erkek ruhunun sığlığından, kadın ruhunun karmaşıklığından kaynaklanan bir sonuç aslında bu.
Kadınların daha bütünleşmiş ve esnek bir zihin yapıları var.
Ve bu, onlara aşklarına daha yoğunlaşma olanağı veriyor.
İlişkinin niteliği üzerine daha derinlemesine düşünme, bütün dikkatini sadece sevdiği erkeğe verebilme olanağını sağlıyor.
Oysa biz erkekler zihinsel açıdan bu kadar “mükemmel” sayılmayız.
Erkeğin iç dünyası bir trenin kompartımanları gibidir.
Bir yanımız işle, bir yanımız siyasetle, bir yanımız futbolla, bir yanımız cinsel zevkle ilgilidir. Dikkatin bütünleşmesi söz konusu değildir.
Tam tersine dikkat dağınıktır ve bir tek çekim noktasına doğru yoğunlaşıp derinleşmesi çok ama çok zordur.
Bu yüzden âşık kadınlar çoğu zaman bir mutsuzluğu da aşklarının bir parçası olarak yaşarlar.
Karşısındaki erkeğin dikkatinin sadece kendisine yönelmesini beklerler ama buna yanıt bulamazlar.
Kadınların, sevgililerine sık sık “Beni seviyor musun” diye sormalarının nedeni de budur.
En mükemmelimiz bile, kadınların ilişkilerini yaşama ve hissetmelerine göre zayıfız.
Dikkatimiz dağınık, ilişkiye yoğunlaşmakta sorunlar yaşıyoruz.
Onun için diyorum ki “mükemmel erkek” diye bir şey yok.
Belki ‘Kaplan Sarılması’ndaki gibi, bir ütopyanın içinde var olabilir ancak.
Paylaş