GASP ve kapkaç suçu işleyenlerin mahkemelerden ellerini kollarını sallayarak çıkıp gitmeleri, toplumsal vicdanı ciddi olarak rahatsız ediyor.
Mahkemelerin bu suçlar karşısındaki tutumlarının ‘yanlış’ olduğunu en yetkili ağızlardan biri Hürriyet’e açıkladı, bugün gazetemizde bu haberi okuyacaksınız.
(Alt sütunlarda)
Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin Başkanı, Hürriyet muhabirine şöyle diyor: ‘Mahkeme başkanları beni aradıklarında, onlara dairenin yeni kriterlerini söylüyorum.’
Hukuk ve kanunların uygulanması açısından dikkat çekici bir durum diye düşünüyorum.
Bundan şu sonucu mu çıkarmalıyız: Demek ki başkanı arayıp sorma gereğini duymayan mahkeme başkanları, kararlarını yeni kanunun yanlış yorumlanmasına dayanarak vermeye devam edecekler!
Dilerim ki benim ‘yorumum’ yanlış olsun ve Yargıtay’ın yeni kriterleri kararlarda esas alınsın.
Daire Başkanı’nın gazetemize yaptığı açıklamaya göre, kapkaç ve gasp suçlarında, daha fazlasını alma olanağı varken çalmayanlara kanun daha bir hoşgörüyle yaklaşacak.
Eğer çalınan malın değeri çok yüksek değilse, suçlular yine serbest kalabilecekler.
Yolda yürürken birisi kolunuzdaki çantayı kapıp kaçıyor, belki yerlerde sürüklenmenize ve bu nedenle psikolojik-fizyolojik sıkıntılar da yaşamanıza neden oluyor; ama sırf çantanın içinde ‘fazla bir şey yokmuş’ diye serbest kalabiliyor.
Bunun toplumsal vicdanı tatmin edecek bir adalet uygulaması olabileceğine inanıyor musunuz?
Bir de şu var: Çalınan malın değerinin ‘gerçekten az olduğuna’ mahkeme karar verecek. Ancak unutmamak gerekir ki herkese göre her malın değeri de aynı olmayabilir. Benim için çok değerli olan bir şey, başkası için son derece değersiz olabilir. Bütün sorun dönüp dolaşıp kanunlar çıkarılırken, kanun metinleri üzerinde yeterince durulmamasından kaynaklanıyor gibime geliyor.
Muğlak ifadeler, karmaşık cümleler, suçun tarifi yapılırken eksik bırakılan hususlar, kanunu uygulamakla görevli yargıçları son derece zor durumlara sokabiliyor.
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum: Kötü de yazılmış olsa kanunlar yorumlanırken, bu yorum toplumun suça karşı korunması yönünde yapılmalı. Suçluları koruma yönünde değil.
Ev sahibine saygı duymayan bir misafir!
İRAN Dışişleri Bakanı Monaçer Muttaki’nin Ankara gezisinden bazı satırbaşları: - CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı evinde ziyaret etti. Olcay Baykal, Muttaki ile ‘el sıkışmadığını’ söyledi. Olcay Hanım, kadınların elini sıkmayı reddeden Muttaki’ye, ‘zor durumda kalmasın’ diye düşünerek elini uzatmamış.
- Muttaki,NecmettinErbakan’ı da evinde ziyaret etti ve öğle yemeği yedi. Erbakan’ın evine ‘kadın gazeteciler’ sokulmadılar. Erbakan, Muttaki’ye ‘Siz Türkiye’de elçi iken de çok başarılıydınız’ dedi. Muttaki, Türkiye’de elçi olarak bulunurken İranlı rejim muhaliflerine karşı işlenen cinayetlerde rolünün olduğu kuşkusu nedeniyle Tahran’a dönmek zorunda kalmıştı.
- Muttaki,Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit’i de evlerinde ayrı ayrı ziyaret etti. Yabancı devlet adamlarının resmi temaslarında programlı olarak yapılan ‘Anıtkabir ziyareti’ yapılmadı. Bunu sağlayabilmek için Muttaki’nin gezisi ‘resmi ziyaret’ yerine ‘çalışma ziyareti’ olarak adlandırıldı. Muttaki, burada elçi olarak bulunduğu dönemde de Anıtkabir ziyaretini yapmamıştı.
Ev sahibinin yerleşmiş geleneklerine uymak, misafirliğin temel kurallarından biridir.
Nitekim İran’a gezi yapan tüm yabancı devlet adamları ve onları takip eden gazeteciler, bu ülkenin geleneklerine saygılı davranıyorlar.
Ama sıra İranlı yetkililere gelince ortada ne ‘ev sahibinin gelenekleri’ kalıyor, ne de başka bir şey.
Böyle bir misafire ‘hoş geldin’ demek, sizin içinizden geliyor mu?
Tepki cephesi, piyasa imparatorluğuna karşı
GEÇENLERDE Abbas Güçlü’nün üniversiteli öğrencilerin canlı katılımıyla hazırladığı ve Kanal D’de yayımlanan ‘Genç Bakış’ programına katıldım. Bu programa ilk katılışım da değil. Daha önceki programlarda da gittiğim bütün üniversitelerde, gençlerinAvrupa Birliği karşıtı tavırları dikkatimi çekiyordu. Yine öyle oldu. Öğrencilerin konuşmalarını dinlerken dayanamadım ve bir soru da ben sordum: İçinizde Kopenhag Kriterleri’ni madde madde özetleyebilecek kaç kişi var?
O koca kalabalık içinden sadece bir parmak kalktı. Bilmedikleri bir şeye nasıl karşı olabildiklerini sordum, doğal olarak bu soruma da bir yanıt alamadım.
Bu sadece üniversite öğrencileri için geçerli bir durum değil. Avrupa Birliği’ne karşı da olsa, taraftar da olsa bu hepimiz için söz konusu. Oysa bu konuda yazılmış birçok kitap var; ama okuyan yok.
Osman Ulagay’ın son kitabı ‘Tepki Cephesi, Piyasa İmparatorluğuna Karşı’, Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerine yeni bir bakış getiriyor. Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği, Türkiye’nin sadece AB üyeliğine odaklanması doğru mu, yabancı korkusu Türkiye’nin üyeliğine engel olur mu, Türkiye küresel planda önemli bir oyuncu olabilir mi gibi sorulara yanıt arayan Ulagay’ın bu son çalışması sade anlatımıyla herkesin okuması gereken bir kitap diye düşünüyorum.