Paylaş
Başbakan daha önce Silahlı Kuvvetler’in çekilmekte olan PKK’lılara operasyon yapmayacağını da söylemişti.
Şimdi bunun için askere yazılı emir de verilecekmiş. Başbakan, illerde de bu sorumluluğu valiliklerin alacağını belirtiyor.
Elinde silahı olsa da olmasa da terör örgütü mensubu olduğunu bildiği bir gruba ya da kişiye müdahale etmemek, kanunların verdiği görevi yerine getirmemektir, suçtur.
Bizim askerlik mevzuatımızda ise emre uymamak suçtur. Ast, amirinin verdiği ve konusu suç olmayan emre uymak zorundadır. Ast, emrin yasalara aykırı olduğunu düşünüyor olsa bile emir yazılı olarak kendisine verildiyse yerine getirmek zorundadır, varsa şikâyetini daha sonra bir üst makama yapabilir. Yerine getirdiği emirden dolayı sorumlu tutulamaz.
Ancak sivil kamu görevlileri, konusu suç olan emre uymamak durumundadırlar. Anayasa bunu emrediyor.
Askerin sorumluluğunu yazılı emir ile ortadan kaldırmak belki mümkün olabilir ama Valiler ve polis bu emre nasıl uyacaklar, sorumluluktan nasıl kurtulacaklar?
Kanun, konusu suç olan emri yerine getiren personelin de emri veren kadar sorumlu olduğunu açıkça yazıyor çünkü.
Belli ki bu mesele de yeteri kadar düşünülmemiş, iktidara hâkim olan “Ben yaparsam olur” alışkanlığı devam edecek.
Öte yandan şu da var: Balyoz davasında değişik cezalara çarptırılan ve tutuklu olan onlarca subay var. İşledikleri iddia edilen suç, emir-komuta zinciri içinde yapılmış tatbikatlarda bulunmak, amirleri ya da üstlerince görevlendirilmiş olmak vs.
Suçun işlendiği iddia edilen tarihte, o subayların kendilerine verilen emirleri “kanuna aykırı emir” olarak algılamamaları ve itiraz etmemeleri o güne kadar geçerli olan geleneklere göre normal. Kanunun emrettiği “koruma ve kollama görevini” yerine getirdiklerini düşünmüş olmalılar.
Şimdi nasıl olacak? Üstün verdiği konusu suç olan emre uymak suç mu, değil mi?
İkili hukuk düzenine mi geçiyoruz, kanunlar artık adamına göre mi uygulanacak?
Denizler altında yarım yüzyıl
SON zamanlarda bana en çok heyecan veren kitap “Denizler Altındaki Arkeoloji” isimli kitap oldu.
Hurufatın benim gibi gözü bozuklar için bu kadar küçük olmasına söylenerek de olsa heyecanla okudum, bitirdiğimde de doğrusunu isterseniz kollarım daha güçlüydü!
Kalın kuşekâğıda basılmış, 370 sayfalık, sert kapaklı, 34’e 34 santimetre ebatlarında dev bir kitap bu. Uzun yıllar zarar görmeden saklanabilmesi için özel bir mukavva kutunun içine konmuş, ağır bir kitap, kol kaslarımın güçlenmesinin nedeni bu.
Kitabın yazarı George F. Bass bir sualtı arkeoloğu. Deyim yerindeyse bu bilim dalının “babası”!
Şöyle yazmış kitabında: “Bir antik batığı bütünselliği içinde ilk kazan kim olurdu diye merak ederdim. Ben istiyordum ve hazırdım. Yoksa sadece alın yazım mıydı?”
Kitabın son sayfasını çevirdiğimde bu sorunun yanıtını verebilecek durumdaydım: Evet, bu Bass’ın alın yazısıymış.
Sanırım sadece onun değil, güzelliklerine, zenginliklerine doyulmaz ülkemizin de!
Bass’ın Türkiye macerası 27 Mayıs 1960 darbesinin hemen öncesine denk geliyor. Sualtında arkeolojik kazı yapmak için izinlerin imzalanmasını beklerken, İstanbul’da bir otel odasında darbeye yakalanıyor.
Ve ondan sonra macera başlıyor. Sonu, dünyanın en önemli müzelerinden biri olacak (Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi) macera dolu o Gelidonya Burnu batığı kazısıyla.
Denizin altındaki olası bir batığı aramanın nasıl bir iş olduğunu hayal etmeye çalışın.
Bir balıkçı teknesindesiniz, motorun patpatları bütün gün kesilmiyor, teknenin kıç omuzluğundan bir sonar “balık” sallamışsınız, denizde bir ileri bir geri gidiyorsunuz. İleri dediğim yer Bodrum, geri dediğim yer Antalya! Sabahtan akşama kadar sonarın kâğıt üzerinde bıraktığı izlere bakıyorsunuz, bir karaltı, bir gölge var mıdır ümidiyle.
Bir “hedef” bulduğunuzu zannettiğinizde aynı noktada bir yarım gün harcıyorsunuz, ileri–geri, ileri–geri!
Muazzam bir rutin, tepenizde yüz milyonlarca vatlık bir ampul gibi güneş.
Ve birden binlerce yıllık bir teknenin, denizin dibindeki kumların ve deniz dibi otlarının altında yattığını keşfetmenin büyüsü!
Bass, bütün bunları bir macera romanı gibi anlatıyor, denizin dibinde vurgun yiyen dalgıcın midesindeki krampı da hissediyorsunuz, bir kayanın ardından çıkıveren bir müren’in denizin altında sırtınızdan akıttığı teri de!
Bazısı içimde nostaljik duygular canlandıran (Turgutreis’in adının Karatoprak olduğu eski huzurlu günler!) şahane fotoğraflar ve insanı içine çeken çizimler de anıları tamamlıyor.
Bir Jules Verne romanı gibi okuyorsunuz, ama biliyorsunuz ki hiçbiri hayal değil, hepsi yaşanmış gerçek!
Bu kitabı, Boyut Yayıncılık, “Koleksiyon” dizisinden yayımladı. Herkes alsın, okusun diyemeyeceğim, çünkü fiyatı herkesin kolayca ulaşabileceği bir miktar değil, internet mağazasında 375 lira.
Normal olarak koleksiyoncu olmayanlar için böyle kitapları kütüphanelerde okumak daha doğrudur ama üzülerek belirteyim ki bizim memleketimizde kütüphaneler kitap almaya para harcamazlar, ellerine bedava geçenleri raflara dizmekle yetinirler.
Dilerim kitabın herkes tarafından ulaşılabilir bir versiyonu da yayımlansın. Özellikle çocuklar bu kitabı okusunlar, hayal dünyaları gelişsin, bir hayalin peşinde bir ömür harcamanın ve onun ödülünü en sonunda almış olmanın değerini küçük yaşlarda öğrensinler.
(George F. Bass, Denizler Altında Arkeoloji–Sualtına adanmış bir ömür, anılar ve keşifler, Çeviren: Fezal Gülfidan, Boyut Yayınları.)
Paylaş