DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül ile yapılan çok ilginç bir söyleşiyi bugün Hürriyet’te okuyacaksınız. Abdullah Gül ‘hükümetin içki yasağı diye bir politikasının olmadığını’ söylüyor ve ‘Bakanlar Kurulu toplantısında, Abdülkadir Bey’e şunu sordum. Bu çıkan haberlerden sonra benim de kafam karıştı. Gerçekten böyle bir şey var mı? Şimdi Ankara Gaziosmanpaşa’da lokantaya giden bir kişi şarap istese verilmeyecek mi?’ diyor.
İçişleri Bakanı da ‘Yok öyle bir şey. 30-40 yıl önceki yönetmelikler yenileniyor’ yanıtını vermiş.
Belediye sınırları içinde ‘içkili yer bölgeleri’nin tespiti, biliyorsunuz İçişleri Bakanlığı’nın bir genelgesiyle ortaya çıktı. Genelgenin, AKP yönetimindeki belediyelerde nasıl anlaşıldığı ve uygulamanın genel bir yasağa çevrilme yoluna girildiğini de hatırlayacaksınız.
Madem ki ortada Dışişleri Bakanı’nın bile kafasını karıştıracak bir uygulama var, genelgenin yeniden yazılması gerekirdi diye düşünüyorum.
Ya da İçişleri Bakanlığı, belediyelerin ‘kafa karışıklığını gidermek üzere’, genelgenin nasıl anlaşılması gerektiğini yine bir genelgeyle açıklayabilirdi.
Bunlar yapılmadı. Yapılmadığı içindir ki tartışmalar sürüyor.
Öte yandan AKP’li belediyelerin içki yasağını kendi tesislerinden başlayarak yaygınlaştırma eğilimleri de bir sır değil. Madem ki Dışişleri Bakanı ‘hükümetimizin böyle bir politikası yok’ diyor, o zaman yapılması gereken de belli: AKP’li Belediye Başkanları’nı toplayıp hükümetin böyle bir politikasının olmadığını ve yaptıkları işin doğru olmadığını onlara anlatmak.
Bu yapılmadığı sürece hepimizin kafasının karışmasında da şaşılacak bir yön yok.
Ben doldurur, ben içerim günah benim kime ne?
GAZETECİLİĞE yeni başladığım yıllarda Ankara’da bir ajansta fotomuhabirliği yapan bir ağabeyimizin dilimize düşmüş bir öyküsü vardı.
Bizlerden oldukça büyük olan bu ağabeyimiz bir gün Ankara’da Sakarya Caddesi’ne gidip Samsun’dan yeni gelmiş taze hamsi almış. Hamsiyle beraber bol miktarda da salata malzemesi.
Şöyle anlatırdı: ‘Yengeniz balıkları pişirdi, salatayı yaptı, balkona sofrayı kurduk. Yanına da bir çay demledik!’
‘Yanına da bir çay demledik’ cümlesini öyle bir vurguyla söylerdi ki sanırsınız en iyisinden bir şişe şarap açmış!
Bu öyküyü tekrar tekrar anlattırıp güldüğümüzde de şöyle derdi: ‘Zevk benim değil mi?’
Ankara’da 2 ay önce belediye tarafından güzel bir ‘balık lokantası’ açıldı. Fosfor isimli bu lokantada alabalık ve salatadan oluşan bir mönüyü kişi başına 6-7 YTL’ye yemek mümkün. Ben gitmedim ama giden arkadaşlarımın anlattığına göre son derece güzel bir tesismiş. Ancak, burada da içki servisi yapılmıyor. Bira bile yok.,
Bunu duyunca aklıma o eski ‘zevk benim değil mi’ öyküsü geldi. Düşündüm, balık-salata ile ne iyi gider diye? Asitli içecekler (gazoz türevleri) biliyorsunuz sağlık için pek önerilmiyor.
Çay desem gülmeme engel olamıyorum. Kahve hiç olmaz. Ayran diyeceğim ama doğru olmadığını bildiğim halde aklımda çocukluğumdan kalma bir öğüt var: ‘Balıkla yoğurt yenmez.’
Ben o lokantaya gidince bir kadeh rakı isteyeceğim. ‘Olmaz’ derlerse de şunu söylemeyi planlıyorum: ‘Kardeşim zevk benim zevkim. Günahsa, günaha ben gireceğim. Sarhoş olup olay çıkartırsam polisi çağırtır, beni içeri attırırsınız.’
Akılsız komşu, insanı evinden eder!
İRAN Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın konuşmalarına ve bu konuşmaların dünyada uyandırdığı tepkiye bakıyorum ve gelecek için gerçekten endişeleniyorum.
Doğu komşularımız deyim yerindeyse ortada sorun yokken sorun çıkartmak ve bunu kaşımaya devam etmek konusunda pek mahirler.
Irak’ta benzeri bir maceranın nereye kadar geldiğini gördük.
Nükleer silah programı konusunda dünyayı takmayan İran’ın, şimdi de ‘İsrail’i yok etme planlarını’ en yetkili ağzıyla seslendiriyor olması, bu ülkenin de bir maceraya sürüklendiğini düşündürtüyor bana.
Hariri Suikastı ile başı dertte olan Suriye de ayrı bir problem. Lübnan’da ‘Suriye karşıtlarına karşı suikastlar’ zincirleme sürmeye devam ediyor. Bir provokasyon yoksa, ortada çok ciddi bir ‘macera arayışı var’ diye düşünüyorum.
Ahmedinecad’ın ‘İsrail, Alaska’ya taşınsın’ önerisini okurken aklımdaki bu tablo bana şunu düşündürttü: Acaba buralardan biz mi taşınsak? 70 milyon kişinin oturabileceği bir yer bulmak elbette zor. Ama düşünsenize ‘komşularımız’ İran, Irak, Suriye olacağına, mesela Hollanda, İsveç, İtalya, Finlandiya olsaydı geceleri daha huzurlu uyumaz mıydık?