Paylaş
Önce neler söylediğini hatırlayalım:
“Türkiye’nin doğusunda, güneydoğusunda neler olup bittiğinin farkında mısınız? (Seyirciler alkışlıyor.) Burada doğmamış çocuklar, anneler, insanlar öldürülüyor. Ölen çocuklara sevinen zavallı insanlar var. Biz o insanlara hiçbir şey söyleyemiyoruz, yazıklar olsun demekten başka. (Seyirciler alkışlıyor.)”
Adının Ayşe Çelik olduğunu söyleyen kadın devam ediyor:
“Bir şey daha söylemek istiyorum, kusura bakmayın. Ben öğretmenim, öğrencilerini terk eden öğretmenlere seslenmek istiyorum. Bir daha oralara nasıl dönecekler? O güzel, masum, tertemiz yürekli çocukların yüzlerine, gözlerine nasıl bakacaklar? Burada yaşananlar çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın, insan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duyun, artık bize el verin. Yazık, insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ölmesin.”
Beyazıt Öztürk, burada Ayşe Hanım için alkış istiyor, seyirciler büyük bir coşkuyla alkışlıyor.
Programın yayınlanmasından sonra muazzam bir propaganda makinesi işlemeye başlıyor.
Bir yandan sosyal medyadaki paralı troller, diğer yandan devlet ilanlarıyla beslenen medya hücuma geçiyor.
Amaç Beyaz’ı, Kanal D’yi ve bu sözleri söyleyen kadını linç etmek!
Öyle bir terör estiriyorlar ki sonunda Kanal D ve Beyaz hiç işlemedikleri bir suç için özür dilemek zorunda kalıyorlar.
Bununla da bitmiyor. İşaret fişeği bir kere havaya atıldığı için savcılar da harekete geçiyor. Soruşturmalar başlıyor, konusu “Terör örgütünün propagandasını yapmak” olan soruşturmalar!
PKK’nın hendekler kazarak, silahla gerçekleştirmeye çalıştığı özyönetim nedeniyle ilan edilen sokağa çıkma yasakları boyunca bölgede 190’a yakın sivil vatandaş hayatını kaybetti.
11 Aralık ile 8 Ocak arasında 29 kadın,
32 çocuk öldü.
Silahlı çatışmanın yanı sıra güçlü bir propaganda savaşı sürdüğü için bu can kayıplarının neden kaynaklandığını da tam olarak bildiğimizi söyleyemem.
Kaç kişi açılan ateşin arasında kalıp hayatını kaybetti, kaçı hedef gözetilerek teröristler ya da güvenlik güçleri tarafından vuruldu, kesin olarak bildiğimizi söyleyemem.
Ama yaşadığımız bir gerçek var, orada siviller ölüyor. Evlerini terk etmek zorunda kalıyorlar. Ölülerini gömemiyorlar.
Bu dönemde şehit düşen güvenlik görevlilerinin sayısı da hiç küçümsenecek gibi değil.
Her gün memleketin dört bir yanından şehit cenazesi kalkıyor. Çocuklar babasız, kadınlar dul kalıyor.
Öldürülen terörist sayısına da tam olarak ulaşabilmek mümkün değil. Onların da anaları–babaları var, aileleri var.
Ve bütün bu insanların hepsi bu ülkenin vatandaşları.
Bütün bu kayıplar için elbette Kandil’deki savaş ağalarını suçlayabiliriz.
Göz göre göre, bilerek o insanları ölüme gönderdiler. Mahallelerinde kendi halinde yaşayan insanların öleceğini, zarar göreceğini bilerek bu işe kalkıştılar. Polisleri, askerleri öldürdüler.
Hepsini bilerek yaptılar, taammüden cinayetler işlediler.
Ama unutmayalım ki devletin görevi de her şeyden önce vatandaşlarının can güvenliklerini korumaktır.
Yaşam hakkı, en temel insan hakkıdır ve kendisine “devletim” diyen bir devlet bu hakkı korumak zorundadır.
Devletler, kendi vatandaşlarının ölümüne “Kaçınılmaz savaş zayiatı” diye bakmazlar, bakamazlar, bakmamaları gerekir.
Kimse suç ve suçluyla mücadele edilmesin demiyor.
Kimse, elinde silahla kendini her şeyi yapabilecek zannedenlere karşı devlet sessizce oturup bir kenarda beklesin de demiyor.
Ama müsaade edin de orada ölüp giden kendi insanlarımız için de üzülebilelim.
Ayşe Çelik’in sözlerinin neresinde terörü övmek var, neresinde şiddeti yüceltmek var? Beyaz ne yapsaydı?
Kadınların ve çocukların öldürülüyor olmasına sevinmeli miydi?
Suudi Kralı’nın hediyeleri
İTALYA Başbakanı Matteo Renzi, kasım ayında resmi bir ziyaret için Suudi Arabistan’a gitti.
Suudi Arabistan’da, resmi ziyaret için gelen heyetlere pahalı armağanlar vermek gibi bir gelenek var.
Ne de olsa bir Kral’ın ülkesine gidiyorsunuz, “diş kirası” vermeden göndermiyorlar! İtalyanların gezisinde de öyle olmuş.
Resmi heyette yer alan yüksek bürokratlara ve siyasilere on binlerce dolarlık Rolex saatler armağan edilmiş.
Daha düşük seviyedeki görevlilerin kısmetine ise 3–4 bin Euro’luk Dubai yapımı saatler düşmüş.
Başbakan Renzi’ye de içinde ne olduğunu kimsenin bilmediği çok süslü olduğu söylenen büyükçe bir paket armağan edilmiş.
Düşük değerli saatleri alanlar isyan etmişler tabii, “Neden bize de Rolex yok” diye herhalde. Neyse, sorunumuz İtalyanlar değil.
Bizim heyetler de sürekli oraya gidip geliyorlar ve kime, ne hediye veriliyor, öğrenemiyoruz.
Oysa kanunlarımıza göre bunların beyan edilmesi ve belli bir değerin üzerindekilerin 15 gün içinde Hazine’ye devredilmesi gerekiyor.
Bunları öğrenemediğimiz gibi Suudi Kralı’nın devlet büyüklerimize neler hediye ettiklerini de bir türlü öğrenemedik. Bu köşede yıllarca sordum, kimseden tıs çıkmadı.
Tekrar soralım: Suudi Kralı’nın hediyeleri ne oldu?
Paylaş