Paylaş
Bizim memlekette çok dolandırıcılık gördüğümüz için olsa gerek, soruşturmayı yürüten savcılar bunu “yüzyılın dolandırıcılığı” diye nitelememekle birlikte iddianamelerini “suç işlemek için örgüt kurmak” ve “nitelikli dolandırıcılık” üzerine kurmuştu.
Sonra o savcılar yaptıklarına pişman edildiler, görevden alındılar, mahkemeye verildiler, yargılandılar ve beraat ettiler.
Sonradan görevlendirilen savcılar da işlenen suçun “hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanmak” olduğuna karar verdiler, yargılama bu suç iddiasıyla yapılacak.
Bu arada sanıkların örgütlü bir suç işlemekten yargılanmaları olasılığını ortadan kaldırmak için telefon görüşmesi kayıtlarının da imha edildiğini dün yazmıştım.
Dün gazeteport.com sitesinde ilginç bir haber daha yayımlandı.
Deniz Feneri Derneği tarafından 119 vatandaşa 250’şer euro yardım yapıldığını gösteren belgelerin tümünün sahte olduğu ortaya çıktı.
Bu belgelerde ismi olan kişiler, tek tek bulundu ve tümü dernekten tek kuruş yardım almadığını, belgelerdeki imzaların da kendilerine ait olmadığını açıkladı. Derneğin, köy ve mahalle muhtarlarından vatandaşların listesini aldığı ve her bir kişiye 250’şer euro yardım yapılmış gibi sahte belge düzenlediği belirtiliyor.
Liste uzun olduğu için buraya aktaramıyorum. Türkiye’nin değişik yerlerinde, değişik illere bağlı köyler bunlar.
Bu isim listelerinin bir merkezde toplanması ve oturulup adlarına yardım bağışı almış gibi makbuz düzenlenmesi bile örgütlü suça ve nitelikli dolandırıcılığa işaret etmiyorsa, neye ediyor?
Görevden alınan savcılardan Abdülvahap Yaren’in, Yargıtay’daki yargılanması sırasında söylediği sözü bir kez daha hatırlatıyorum:
“Zekât hırsızlarını koruma altına alan bir güç var. Ben bu güce hırsızların imparatoru diyorum. Bu imparator hem altında yer alan figüranları koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor!”
Bu memlekette işler böyle yürür
İSTANBUL’da hamile akrabasını hastaneye götürürken meydana gelen yol verme tartışması sırasında sokak ortasında polisler tarafından dövülen Ahmet Koca’nın yargılanmasına başlandı.
Koca, “polislere görevlerini yaptırmamak için direnmek” suçundan yargılanıyor!
Şaka gibi değil mai?
Ama şaka değil, gerçek. 11 polisin bir vatandaşı aralarına alıp, neredeyse bayıltana kadar dövmelerini bütün Türkiye dehşet içinde izlemişti.
Şimdi polisten dayak yiyen vatandaş, 6.5 yıl hapis cezası istenen bir davada yargılanacak! Demek ki polisler vatandaşı dövmekten fırsat bulup görevlerini yapamamış olmalılar!
Bu arada vatandaşı döven polislere ne oldu diye soracak olursanız, “Türkiye’de yaşamıyor musunuz” diye soruyla bir yanıt alırsınız.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Ahmet Koca’yı döven polisler hakkındaki soruşturmasını tamamlamaya fırsat bulamadı henüz.
Elde bir vatandaşın kaydettiği video görüntüleri var, her şey ayan beyan ortada ama savcılık hâlâ polisleri “soruşturuyor”!
Soruşturma sonunda “vatandaş kafasını, yüzünü, vücudunu polislere çarptırarak kendisini yaralamış” denilirse de hiç şaşırmayın, burası Türkiye!
Diğer kadınlar neredeydi?
AYŞE Arman’ın ordudan atıldıktan sonra intihar eden üsteğmen Nazlıgül Daştanoğlu ile ilgili haberlerini merakla okudum.
Amerikan filmlerinde defalarca izlediğimiz bir öyküye benziyor.
Erkeklerin dünyasında kendisine yer edinmeye çalışan her kadın gibi belli ki o da kadın olmanın bedelini ödemiş.
Genelkurmay Başkanı konunun soruşturulması için emir vermiş, bunu da olumlu karşıladım.
Medeniyet, başa gelen kötü olaylardan ders çıkarmak ve bundan sonra aynısının tekrarlanmaması için gereken tedbirleri almaktır zaten. Dilerim üstünkörü bir soruşturmayla bütün suç rahmetli Nazlıgül’ün başına yıkılmaz.
Ayşe Arman’ın dünkü yazısında, Nazlıgül teğmen ile birlikte ordudan atılan daha düşük rütbeli bir erkekle ilgili olarak şöyle yazdığı dikkatimi çekti: “Onu satmayan nadir erkeklerdendi”.
Evet, böyle durumlarda kadını satmayan erkek nadir çıkar. Kadınlar bu konuda daha dayanıklıdırlar, ama sadece erkeklere karşı. Hemcinslerine karşı değil!
Nazlıgül meselesinde de genellikle erkekler suçlandı: İftira attılar vs.
Merak ettim, bütün bunlar olup biterken karargâhta başka kadın subay yok muydu?
Böyle bir duruma düşürülmüş bir kadına, diğer kadın subaylar neden destek olmadılar?
Yoksa orduda da sivil kurumlardaki gibi mi oluyor? Kadının işyerindeki en büyük rakibi yine bir başka kadın mı oluyor?
Bir not da Ayşe için yazacağım: Ayşe, bu haber için uçağa yetişmeye çalışırken tesadüf eseri birlikteydik. Bunca yıldan sonra yaşadığı heyecan gözle görülür, elle tutulur kadar yüksekti. Onun bu halini görünce Ayşe’yi taklit etmeye çalışanları düşündüm. Ayşe’nin saçını, giysilerini taklit etmek yerine heyecanını taklit etmeye yoğunlaşsalar, hem kendileri için, hem de gazeteleri için daha iyi olacaktır!
Paylaş