Paylaş
Gerçi kaynak konusunda aralarında bazı farklılıklar var ama CIA ile MOSSAD’ın aynı kaptan çorba içtiklerini herkes bilmiyor mu? Aynı kapıya çıkıyor yani.
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, “uzun yıllara dayanan siyasal birikimi ve tecrübelerinin ışığı altında” bunun ABD tarafından tezgâhlandığına karar vermiş.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay ise İsrail’den kuşkulanıyorlar. Çünkü şu ana kadar ortaya çıkan belgeler İsrail’in işine yarıyormuş!
Artık kimin uzun yıllara dayanan siyasi tecrübesi ve birikimi fazladır, bunu tartışmayacağım.
Dedim ya, ikisi de aynı kapıya çıkıyor, işin içinde İsrail var ve bütçesi iki kuruma da yetmediği için CIA’yı ABD üzerinden kullanıyor!
İlk bakışta siyasi kişiliklerimizin komplo teorilerine fazlaca inandıklarını düşünebilirsiniz. Evet, bu doğru, inanıyorlar ve ama komploların varlığı paranoyak olduğunuz gerçeğini de değiştirmiyor.
Buna İslam dünyasının geneline hâkim olan bir durum olarak bakıyorum.
Her olumsuzluğu İsrail’den bilmek, başa gelen her şeyin aslında İsrail’den kaynaklanan bir komplo olduğuna inanmak bizim Ortadoğu coğrafyasında temel bir davranış biçimidir.
“Yahudiler dünyayı yönetiyor” inancı ile başlar ve WikiLeaks belgelerinin kaynağına kadar sürer.
CIA’nın ABD diplomasisini dünyada yalnızlaştıracak bir işe nasıl olup da bulaşabildiğini tartışmayı bir kenara bıraksak bile temel inanç “Yahudiler dünyayı yönetiyor” inancıdır ve CIA da yaptıysa zaten içindeki Yahudiler aracılığıyla bu işi yapmış olmalıdır! Buna evrensel olarak “anti-Semitizm” diyoruz, zaman zaman anti-Siyonizm kılığında da karşımıza çıksa özü budur.
Ve bizim siyasetçilerimiz açısından üzücü bir durum ki bu çok açık bir ırkçılığa da işaret ediyor. Kafayı bir kere Yahudilere ve İsrail’e taktıysanız her yol o kapıya çıkıyor.
Bu iyi bir durum sayılmaz. Kişisel önerim böyle düşünüyor olsalar bile bunu seslendirmekten kaçınmalarıdır. Daha belgelerin tümünü görmedik çünkü!
Eleştirinin böylesine ‘kıl oldum abi’!
TARKAN’ı “Kıl oldum abi” ile ortaya çıkıp müzik dünyamızı karıştırdığı günden beri tanırım, izlerim ve de severim.
Ondaki yıldız kumaşını ilk fark eden de o tür müzikten hoşlanmasa bile Doğan Hızlan’dır, bunu da söyleyeyim.
1990’ların başında, bir süre Hürriyet’te aynı katta çalıştık, sohbetlerimizde bunu söylediğini çok iyi hatırlıyorum.
Gerçek yıldız pırıltısına sahip olmak kolay değildir. Çalışarak belli bir yere kadar olur, temelinde Allah vergisi birtakım özellikler de ister ki sanırım Tarkan’da da bu var.
Türkiye’yi bir kenara bırakıyorum, bir gün Moskova’da işsizlikten ne yapacağımızı düşünürken Tarkan konserine gitmiştim. “Yoldaşım” Mustafa Oğuz ile birlikte.
Sahneye çıktığı andan itibaren bir kelime Türkçe bilmeyen insanları nasıl bir heyecana sürüklediğini gözlerimle görmüştüm ve doğrusu kıskanmıştım da!
Tarkan, bu ay Elle Dergisi için özel bir fotoğraf çekimi yaptı. Dünyanın önde gelen fotoğrafçılarından David Burton ile İstanbul’da çekimler yapıldı. İsveçli top model Faye Wrethem de kendisine bu çekimde eşlik etti.
Derginin piyasaya çıktıktan sonraki satış hızı ancak bir yıldızın yaratabileceği bir durum! Böyle giderse önümüzdeki hafta ikinci baskı da yapılacak.Çekimlerden birinde Tarkan ile Faye, bir küvette, köpüklerin içinde çıplak olarak görülüyorlar, orada elbise ile oturacak halleri yok ya?
Geçen gün baktım bazı kişiler ve yazarlar bu fotoğrafta Tarkan’ı “çok kıllı” bulmuşlar, eleştiriyorlar.
Bu bir kusur değil sanırım, ağda mı yaptırması gerekiyordu?
Sorun, eleştirinin fiziksel bir durum ile ilgili olması. Birisini kısa boylu diye, şişman diye, çok uzun diye, çok zayıf diye, gözleri çekik diye eleştirmek ne ise “kıllı” diye de eleştirmek aynı durumdur ve kusura bakmayın ama “ırkçı-ayrımcı” bir tutumdur.
O eleştirilere “kıl olduğum” için sizlerle de bu düşüncemi paylaşayım istedim.
34 AK 5140
BAŞLIĞI böyle attım, Hıncal-Ağabey-Uluç böyle yapıyor diye!
Bu “siyah plakalı” bir Land Rower arazi aracı. Yani “resmi” bir araç!
Dün öğlen saatlerinde, trafik zaten adım adım ilerlerken TEM üzerinde neresine sakladığını anlayamadığım sirenini çalarak emniyet şeridinden gidiyordu.
Bazı görgüsüz sivillerin mavi ışıklar ve sirenlerle etrafı taciz etmelerine alışkınız. Zaman zaman İstanbul Trafik Müdürlüğü bu kişileri yakalayıp ceza da kesiyor. Ama bu kez resmi bir araç aynı işi yapınca bazı şeyleri hatırlatmak istedim.
O şerit, adı üzerinde “emniyet şeridi”dir. Kazalara vs. acil müdahale etmesi gereken kurtarma ve yardım araçları ile ambulansların kullanması için yapılıyor. Arızalı araçlar da oraya çekilebiliyor ama bir an önce kaldırılması şartıyla! Orası devlet ricalinin vatandaş trafikte sıkıntı çekerken hızla seyretmesi için de değildir ve hatta bir yere acil müdahale etmesi gerekmeyen polis araçları için de değildir!
Öte yandan siren ve mavi-kırmızı lambanın hangi araçlarda kullanılabileceği de önceden tanımlanmıştır. İtfaiye araçları, ambulanslar, polis araçları gibi.
Resmi görevdeki araçların o sınıfa girmiyorsa bunları takması, bir sivil taksa ne kadar suçsa o kadar suçtur!
“Sayın muhbir vatandaş” olarak plakayı başlığa yazdım. Gereğini yapmak ve sonradan beni bilgilendirmek de İstanbul Trafik Müdürlüğü’ne kalıyor.
Paylaş