FRANKFURT Kitap Fuarı’nın sonuna geldik. Türk edebiyatının dünyaya açılımı için gerçekten önemli bir fırsattı.
Yabancı gazete ve dergilerde yayımlanan haberler, makaleler bu açıdan fuarın görevini yerine getirdiğini gösteriyor.
Fuar süresince "pişmiş aşa su katmamak için" yazmadığım bazı tespitleri şimdi yazmak istiyorum.
Çünkü duyduğuma göre benzer bir organizasyon 2010’daki Paris Fuarı için de düşünülüyormuş. Bu gerçekleşirse belki yazdıklarımın yararı olur diye düşündüm.
Dünyanın parası harcanmış ve Türk yayınevlerinin standlarını açmaları için geniş bir yer tutulmuş.
Görünen manzara şuydu: Bir panayır!
Standart bölmelerle yaratılmış, dört beş metrekarelik alanlar, ikişer raf, bir küçük masa, iki sandalye, masaların üzerinde bir paket lokum!
Oysa mesela Katalan yayıncıların yaptıkları gibi o büyük alanda çok daha fonksiyonel ve her küçük yayınevinin ürünlerini sergileyebileceği bir toplu sergileme yapılabilirdi.
Ama belli ki "küçük olsun benim olsun" diye özetleyebileceğimiz geleneksel Türk tavrı bu işte de görkemli bir sergileme yapılmasının engeli olmuş.
Satın alınan yerin nasıl iyi kullanılabileceğinin örneğini Kocabıyık’ların sanat kitaplarını sergiledikleri alanda gördük.
Keşke yayıncılar, aralarındaki görüş farklılıklarını bir kenara bırakıp, asıl amaçlarının Türk edebiyatını her yönüyle tanıtmak olduğunu hatırlayabilselerdi.
Bir özel eleştiriyi de İletişim Yayınları’na yapmalıyım.
Orhan Pamuk, isteyen sevsin, istemeyen sevmesin, bu fuarın yıldızıydı ve bu yazarın kendi dilindeki kitaplarını bu yayınevi basıyor.
Bir İletişim’e baktım, bir de Pamuk’un kitaplarını İngilizce yayımlayan yayınevinin sergisindeki Orhan Pamuk köşesine..
Pamuk ve Türkçe adına üzüldüğümü söylemeliyim.
İnsanın evi aşkıdır!
AMERİKA ’dan kitapçılarda gezerken "En büyük devrim aşktır" diyen Jose Saramago’nun bir kitabını satın aldım.
Kitabın adı "Death with interruptions". Türkçede yayınlandı mı, bilemiyorum.
Saramago’yu tat alarak okuyabilecek bir İngilizcem yok. Zaten İstanbul’a dönünce, bunun tadını çıkarabileceğini düşündüğüm bir arkadaşıma verdim.
Kitabı almaya beni iten şey, üçüncü sayfasında yer alan bir "ithaf" oldu.
İthaf, Saramago’nun, kendinden yaşça oldukça küçük sevgilisi Pilar’a yapılmış. "For Pilar. My home" yazıyor. "Pilar için. Evim" anlamına geliyor.
Gerçekten çok etkilendiğimi söylemeliyim. İkişer kelimeden oluşan iki cümle, aşkın bütün sırrını çözmüş gibi geldi bana.
İnsanın evi, kendini huzur ve güven içinde hissedebileceği bir yer.
Bunun dışında, o dört duvarın arasına girdiğinizde, bütün dünya ile aranıza önemli bir sınır da çizmiş oluyorsunuz.
Ve öyle bir dünyada yalnızlık çekmemek, ancak o evin içinde aradığınız her şeyi bulabileceğiniz bir kadının (ya da erkeğin) varlığı ile mümkün.
Arkadaş, dert ortağı, bir annenin şefkatli kolları (ya da babanın), sevgili!
Yanındayken "başka kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacım yok" diyebileceğiniz birisi.
Yaşadığınız yeri "bir binanın içi" olmaktan çıkarıp, bütün bir dünya haline getirecek olan şey bu.
Kitabın kapağını çevirince Saramago’nun o evin içinde hissettikleri sanki bana da geçmiş gibi oldu. Sadece bu nedenle hiç okuyamayacağım bir kitabı satın aldım!
Lokantada kadına servis nasıl yapılır?
KIZIM doğana kadar doğrusunu isterseniz kadın-erkek eşitliği ile ilgili sorunlar ile pek ilgilenmezdim.
Zaten bütün eşitsizlikleri çözebilecek bir ideolojiye inanıyordum ve emek sermaye çelişkisi varken, kadın-erkek çelişkisi bana oldukça önemsiz geliyordu.
Yasemin’i kucağıma aldığım ilk anda ise aklıma "Eyvah, bu erkekler dünyasında bu küçücük kız ne yapacak" sorusu geldi.
O günden beri bu sorun ile ilgili rastladığım her tartışma ile ilgilendim.
Ama son yurtdışı gezimdeki gibisine de hiç rastlamamıştım.
Sorun, New York’taki bir lokantanın kadın menajerinin lokantanın mönüsünün önce kadınlara verilmesi ve servisin de önce kadınlardan başlaması prensibini değiştirmesinden çıkıyor.
Kadının düşüncesi şu: "Neden kadınlara böyle bir ayrımcılık yapılsın. Artık kadınlar da erkekler ile yemek yediklerinde hesabı da ödeyebiliyorlar. Kadına hesabı ödemekten aciz insan muamelesi yapılmamalı."
Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi bu uygulamaya en büyük tepki lokantanın kadın müşterilerinden gelmiş.
Uygulamadan memnun olanların sayısı, memnuniyetsizlerin onda birine bile ulaşmıyor.
Bunun üzerine lokanta politika değiştirmiş. Garsonlara "masaya bakın, kadın müşteriler masada dominant değillerse ve eskisi gibi hizmet bekliyorlarsa öyle davranın" denilmiş.
Bizim kadınları yok sayan küçük dünyamız için oldukça anlamsız bir tartışma ama böyle bir şey de var, haberiniz olsun istedim.