YAVUZ Donat, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Hanım ile bir uçak yolculuğu yaptı ve izlenimlerini iki gündür Sabah’ta yayımlıyor.
Donat, Cumhurbaşkanı ile sohbet ederken konu hediyelerden açılınca Hayrünnisa Hanım da sohbete katılmış.
"Dışişleri Bakanı iken de, Başbakan iken de, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da verilen hediyelerin hepsinin fotoğrafını çektirdim. Çektiriyorum. Tek tek kayda geçirtiyorum."
Bu sözler üzerine Cumhurbaşkanı, eşine "Anlatmana gerek yoktu" dercesine bakmış.
Bunun üzerine Hayrünnisa Hanım da "Bilinsin istedim" demiş, "bazen günahımızı alıyorlar."
Bir soru sormak, yanıtını alamayınca soruyu tekrarlamak bir gazetecinin hakkı ve görevidir.
Görevimi yaparken "günah aldığımı" düşünmüyorum. Bu konuyla ilgili bütün yazılarımda gerek makama duyduğum saygıdan ve gerekse aile terbiyem nedeniyle muhataplarımı kırmamak için çaba sarf ettim.
Kamu görevlilerinin, kendilerine ya da eşlerine verilen armağanlar ile ilgili olarak nasıl bir işlem yapacakları belli.
Kanunlar bunun için çıkıyor! Keyfilik olmasın, herkes kendi kafasına göre bir yöntem yaratmasın diye!
Bunlar arasında "fotoğraf çektirip, kayda almak" yok.
Sorumuz çok basitti. Bugüne kadar yanıtlanmamış olması, meselenin böyle dallanıp, budaklanmasına neden oldu.
Hediyeler eğer kanunda öngörüldüğü şekilde değer tespiti yapılıp, Hazine’ye devredilmiş olsaydı ve bu soru ilk ortaya atıldığında durum açıklansaydı, bugün kimsenin üzülmesine de yol açmayacaktı.
Cumhurbaşkanı ve eşi yazılarımı okumak zorunda da değil. Diyelim ki Köşk görevlileri de işlerini ihmal ettiler ve bu sorulardan onları haberdar etmediler. Peki, TBMM’ye verilen onca soru önergesi neden yanıtlanmadı?
Yasalara uygunluk ve kamuoyu denetimi karşısında şeffaflık, bir kamu görevlisinin asla aklında çıkarmayacağı bir durum olmalıdır.
Sorun modernleşememiş olmak
YASA gereği Bakanlar Kurulu’na yılda iki kez bilgi vermesi gereken Merkez BankasıYönetimi, bu amaçla gittikleri Başbakanlık binasında 5 saat bekletildi.
Dün Hürriyet’te yer alan habere göre Merkez Bankası Başkanı ve yöneticileri Başbakanlık binasına toplantının başlayacağı saat olan 11.00’den biraz önce gitmişler.
Kendilerine toplantı gündeminin kaçıncı sırasında oldukları belirtilmediği ve bir saat de verilmediği için de saat 17.00’ye doğru içeri alınana kadar beklemişler.
"Bekletilenler", yoldan geçerken "hadi bir de Bakanlar Kurulu’na uğrayalım" diyen birileri değil.
Ciddi bir kamu görevi yapan ve mesailerini boş odalarda sigara içerek tamamlamaları kamu zararı yaratacak kişiler.
Bu randevu muhtemelen günler öncesinden yapılan yazışmalar ve telefonlarla saptandı.
Bakanlar Kurulu’nun böyle bir sunum için kaçta hazır olabileceğini hadi bilemediniz yarım saatlik sarkmayla önceden tahmin etmek zor değildi.
Ama bu basit organizasyon bile yapılamadı.
Mesele aslında organizasyon yapma yeteneğiyle de ilgili değil.
Bütün sorun "kendisini seçilmiş padişah gibi görmekle" ilgili.
Keyfilik ve kentli olmayı, modernleşmeyi bir türlü başaramamış olmak sorunu!
Kafam karıştı
YARIM yüzyıllık bir ömrü geride bıraktım. Aklım sağlıklı beslenme meselelerine ermeye başladığından bu yana da şaşkına dönmüş durumdayım.
Önce ülsere karşı, süt içilmesi gerektiğini öğrendim. Sonra sütün ülser için en zararlı gıda olduğunu.
Yumurta yersem damarlarımın sertleşeceğini, bir kalp krizinden bu dünyaya veda etmek zorunda kalacağım kafama çakıldı, sonra "yumurtanın faydalı olduğunu" öğrendim.
Şimdi de "tereyağı" beraat etmiş!
Yıllarca kolesterolü artırır, kalp krizlerine yol açar, şişmanlatır dendi.Dün öğreniyorum ki meğerse tereyağı kalp krizi riskini azaltıyor, kolesterolü düşürüyor ve aşırı şişmanlığın tedavisinde önemli roller oynuyormuş!
Öyle görünüyor ki, yakında sigarayı boş yere bıraktığım da ortaya çıkacak!