Paylaş
“Sevgili kızımız Malala’ya yapılan terör eyleminin bağışlanır, affedilir hiçbir yanı yok. Benzer bir olayı da iki gün önce biz de İstanbul’da bir üniversiteli kızımızla yaşadık. Burada yine maalesef eve giren bir vahşi hem orada öldürüyor, bir de tabi taciz ediyor ve tecavüzde bulunuyor. Bu olaylar her geçen gün dünyamızda artıyor. Norveç’te geçen yıl yaşanan olay da yine bir başka boyutu. Bütün bunlara karşı gerçekten bizlerin hem kendi bünyemizde hem de BM Genel Kurulu’nda, BM Güvenlik Konseyi’nde ve gerekirse uluslararası kurumlar oluşturmak suretiyle bu işin üzerine gitmeyi hem insani hem İslami bir görev olarak telakki etmemiz lazım.”
Başbakan’ın bu konuşmasını kim yazdı, gerçekten çok merak ettim.
Afganistan’da kızların okuma hakkını savunan ve bunun için Taliban canilerinin kurşunlarına hedef olan Malala ile İstanbul’da bir aşağılık caninin kurbanı olan talihsiz Fatma Nur’un olayları arasında nasıl bir paralellik kuruyor ve bunu nasıl getirip Norveç’teki ırkçı faşist caniye bağlıyor, anlayabilmek zor.
Malala, İslam adına hareket ettiğini iddia eden çağdışı bir örgütün, Taliban’ın kurbanı oldu, şans eseri yaşıyor.
Taliban zihniyetini eleştirmeden hatta Taliban’ın adını bile anmadan Malala’ya yönelik suikast girişimini, getirip bir bireysel caninin eylemine bağlamak mümkün müdür?
İki olay arasındaki tek ortak yön iki küçük kızın olayın kurbanı olmasıdır, hepsi bu kadar.
Birincisiyle küresel ölçekte mücadele etmek de yetmez, ideolojik olarak da hesaplaşmak gerekir.
Belli ki Başbakan’ın bu konuşmasını yazanlar her kimlerse elleri Taliban’ı eleştirmeye, bu korkunç suikast girişimi ile Taliban arasında bir ilişki kurmaya varmamış.
İdeolojik saplantıları nedeniyle bunu yapabilirler, ama hiç olmazsa Fatma Nur’un ruhunu rahat bıraksalardı.
‘Çoklu, disiplinli yaklaşım’ bize uymaz
ABD’nin Ankara Büyük-elçisi Francis J. Ricciardone Jr., televizyonların Ankara temsilcileri ile konuşurken “ABD Bin Ladin’i yakaladı, Karayılan konusunda neden yardım etmiyor” sorusu üzerine şöyle konuşmuş:
“Türk hükümetiyle PKK ve Kandil konusundaki tüm istihbarat bilgilerini paylaşıyoruz. Daha da fazlasını önerdik. Bin Ladin’in yakalanmasında, çoklu disiplinli yaklaşım sergiledik. İleri teknolojiden, özel harekâttan, kolluk kuvvetlerinden yararlandık. Türk hükümetine de PKK ile mücadele konusunda önerimiz oldu, kullandığımız taktik, teknik ve usulleri paylaşmayı önerdik. Hükümetinizle yaptığımız gizli çalışmalara girmeyeceğim. Biz onlara bunu sunuyoruz. Ancak Türk yetkilileri mücadelelerini yasalara, deneyimlerine göre yapıyorlar. Biz daha da yakın şekilde çalışmaya hazırız.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Azerbaycan dönüşünde kendisine bu konu sorulunca şöyle yanıt verdi:
“Bin Ladin’in yakalanmasının şartları, ülkesi olsun, bulunduğu yerle ilgili farklı şartlar. En basitinden birisi normal bir şehrin evinde kalıyor. Öbürü dağın mağaralarında oluyor.”
Başbakan’ın dedikleri doğru! İki teröristin bulunduğu şartlar farklı. Biri evinde, karısı ve çocuklarıyla oturuyordu, diğeri mağaralarda etraflarında yüzlerce militanla yaşıyor.Bu nedenle aynı şekilde yürütülebilecek bir operasyon olamaz.
Öte yandan ABD Büyükelçisi’nin sözlerinde şöyle bir bölüm var, dikkatinizi çekmek istediğim:
“Bin Ladin’in yakalanmasında, çoklu disiplinli yaklaşım sergiledik. İleri teknolojiden, özel harekâttan, kolluk kuvvetlerinden yararlandık.”
Kritik nokta “çoklu disiplinli yaklaşım”!
Bu konuda çok başarılı olduğumuz söylenemez.
Daha Uludere’de istihbaratı kim verdi, uçakları oraya kim yolladı, ateş emrini kim verdi, bu sorunun yanıtını bile bulamamışken, çok daha komplike bir operasyonda “çoklu disiplinli yaklaşım” nasıl sergilenecekti ki?
Yeni bir takım için yeni hoca
FUTBOL Milli Takımı Teknik Direktörü Abdullah Avcı, Dünya Kupası elemelerinde Macaristan’a da mağlup olarak Dünya Kupası’na gitme şansını yitirme noktasına geldiğimiz maçtan sonra şöyle dedi:
“Şu anda istifa etmeyi düşünmüyorum. Çalışma ve oyuncu tercihi açısından çok büyük hata yapmadık. Ayıp bir şey yapmadık, suç işlemedik. İyi bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.”
Bu açıklamayı duyunca hiç şaşırmadım.
Bizim memlekette hatasını kabul ederek ya da o iş için yetersiz olduğunu anlayarak istifa etme cesaretini gösterebilme geleneği gelişmiş değil çünkü.
Avcı elbette ayıp bir şey yapmadı. Futbolda yenmek de var, yenilmek de.
Ama işbaşına geldiği günkü iddiasını yerine getiremediği de çok açık. Yeni bir takım kuracaktı, kuramadı.
Bu takım ile grup liderliğine oynayacaktı, gruptaki durumumuz berbat.
İşini yaparken, bunu doğru yaptığına, gelecekte başarıların geleceğine yönelik olarak kamuoyuna bir güven verdi mi? Veremedi!
O zaman bu ısrarın nedeni nedir?
Belli oldu ki Türkiye bu Dünya Kupası elemelerini de televizyondan seyretmekle yetinecek.
Bir mucize olmaz ve bundan sonra oynanacak tüm maçları kazanamaz isek olacağı budur.
Yapılması gereken şey, yola sıfırdan yeniden çıkmaktır.
Geçen sefer de yazdım tekrarlayayım: Bir Türk teknik direktör aranıyorsa bunu yapabilecek sadece üç kişi var: Fatih Terim, Mustafa Denizli ve Şenol Güneş.
Avcı’ya bundan sonrası için göstereceğimiz sabrı bu teknik adamlara göstererek yeni bir takım kurabiliriz ve hiç olmazsa Avrupa Kupası’na gidebiliriz.
Paylaş