Paylaş
Şarkı “Hava ayaz mı ayaz, ellerim ceplerimde” diye başlıyordu. Rahmetli Barış Manço’nun unutulmaz şarkılarından biri: ‘Anlıyorsun Değil mi?’
Şarkının nakarattan sonra gelen ikinci bölümü de şöyleydi: “Bir resmin kalmış bende, tam ortadan yırtılmış / Hani siyah kazaklı, biliyorsun değil mi?”
Benim yaşımdakiler böyle tam ortadan yırtılmış çok fotoğraf görmüştür. “Görmedim” diyen varsa onlara söyleyebileceğim tek şey “Allah saadetinizi artırsın”, hepsi bu.
Eskiden böyleydi. Sevgililer ayrılınca fotoğraflar ortadan yırtılır, herkes payına düşeni alır, uzardı. Grup fotoğraflarından kafası oyularak kesilip çıkarılmış arkadaşlarım da oldu.
Bu bir tür gelenekti sanırım. Herkes kendi yoluna giderken geride ‘hatıra’ bırakmamak için fotoğraflar da ayrılırdı; kimi zaman kesilerek, kimi zaman yırtılarak.
***
Bunu hiç anlamamışımdır. Kısa veya uzun bir süre için de olsa, hayatının en önemli insanı olan birisini, fotoğraflarını yırtarak, yakarak unutabilir misin? Yaşadığın duyguları unutmak, bu kadar kolay mı? Kolayca unutabiliyorsan fotoğrafları yırtsan ne olur, yırtmasan ne olur? Kolay unutulan birisiyle hiç olmayan birisi aynı sayılır. Belli ki ‘seviyeli’ bir ilişki yaşanmış, o zaman unutmak kolaydır.
Arkadaşımız Nurettin Kurt’un geçen hafta Hürriyet’te yayımlanan haberine göre artık işe Yargıtay da karışıyor. Ceza Genel Kurulu, eski sevgilisinin fotoğraflarını sosyal medya hesaplarından kaldırmayan sanığın 1 ile 4 yıl arasında hapis cezasıyla yargılanması gerektiğine karar verdi. Meğer bu, ‘kişisel verileri’ izinsiz olarak kullanma suçu oluşturuyormuş.
Eskiden ortasından yırtılmış fotoğraflar çöp tenekesini boyluyordu, şimdi sosyal medyadaki kareler bir bir temizleniyor.
Kızın ya da oğlanın mürebbiyesi misiniz?
Olayın en başında mahkemeye düşmesi saçma ama Yargıtay’ın verdiği karar, fotoğraflarının silinmesini isteyen öfkeli sevgilinin yaptıklarından daha saçma.
Fotoğraflar çekilirken rıza var mıymış? Varmış. Fotoğraflar sosyal medyaya konulurken iki kişinin de rızası var mıymış? Varmış. O zaman Yargıtay’a ne oluyor? Kızın ya da oğlanın mürebbiyesi misiniz?
Öte yandan, bu fotoğrafları sildirmek için mahkemelere koşan kız ne düşünüyor, onu da gerçekten merak ettim.
Böylece yeni sevgilisine ‘saf ve temiz’ olduğunu mu ispat edecek? E bu da bir tür sahtekârlık sayılmamalı mı? Yargıtay bu konuda ne der acaba?
Onu bunu bilmem; bildiğim şey şudur: İnsanın gizli bir tebessümle hatırlayacağı anılarının olması iyidir. Kısa veya uzun bir süreyi ‘canım, cicim’ diye geçirdiğin birisini unutmamak, unutmaktan daha iyidir. Güzel günleri hatırlamak, ayrılığa yol açan kötü günleri hatırlamaktan kuşkusuz ki daha iyidir.
***
Theodor Reik, ‘Aşk ve Şehvet Üzerine: Romantik ve Cinsel Duyguların Psikanalizi’ (Say Yayınları, çeviren: Ali Kılıçlıoğlu) isimli eserinde şöyle diyor: “Kaybolmakta olan aşk, kayıtsızlıktan çok, nefrete yakındır.”
Sanırım biten bir aşk ilişkisinin ardından fotoğrafları sosyal medyadan silmek ya da eskiden olduğu gibi o kişiyi fotoğraftan kesip çıkarmak, arkadaş listesinden atmak, hatta telefonunu bile rehberinizden silmek gibi davranışların nedeni bu.
Hafıza zamanla kötüyü siler
Ama asıl sorun, ilişki bitip ayrıldıktan sonra başlar: Fotoğraflarını silebiliyorsun, sosyal medya hesabından atabiliyorsun da kafandan atabiliyor musun? Mesele budur.
Öfke geçinceye kadar beklemek, seni çok rahatsız ediyorsa o fotoğraflara bir süre hiç bakmamak, daha doğru bir davranış olur. Bütün o kötü duyguları geride bıraktığında o fotoğraflar iyi duygular uyandırır içinde.
İnsan hafızası zaman içinde kötü duyguları siler; sadece iyileri saklar, onları hatırlarsın. Sevip de kaybetmek, hiç sevmemiş olmaktan çok ama çok daha iyi bir duygudur!
Herkes layığını bulur, daha fazlasını değil
Dünyanın en güzel yaş alan kadınlarından Juliette Binoche’un filmini izlerken, rahmetli anneannemi bir kez daha andım. Neden mi?
Önceki hafta vizyona giren ve ancak sabahın köründeki seanslarda kendisine yer bulabilen bir filme gittim. Claire Denis’in ‘İçimdeki Güneş’ isimli filmini izlememin tek nedeni, itiraf edeyim ki Juliette Binoche’tan (53) başka bir şey de değildi. Bir Fransız filmini, sabah 11 seansında seyretmenin, bazı konularda kendimi cezalandırmak için de iyi bir yol olduğunu belirtmeme izin verin.
Juliette Hanım’a ‘İngiliz Hasta’dan beri ‘hastayım’ desem yalan olmaz ki o rolüyle de zaten Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ını kazanmıştı. Merak ettiğim şey, gülümsediği zaman insanın içinde havai fişekler patlatan o kadının, 50’sini devirdikten sonra da hâlâ aynı büyülü güce sahip olup olmadığını görmekti.
Şahane yaş almış. Evet, beli kalınlaşmış ama hangimizinki kalınlaşmıyor ki zaman içinde? Gözlerinin ve dudaklarının kenarlarındaki çizgiler yüzüne çok yakışmış diye de düşündüm. Daha 40’ına varmadan dudaklarını doldurtan, botokslara bulanan ve yüzlerindeki ‘gerçek insan’ ifadesini kaybedenlere kapak olsun.
***
Binoche, filmde 50 yaşından sonra aşkı bulamayacağı korkusuna kapılan bir kadını oynuyor. Karşısına çıkanların hepsi de ‘erkeklerin yüz karası’ diye tanımlanabilecek tipler. Evliler, evliliklerinde mutsuzlar ama onu bozmaya da cesaretleri yok. Heyecanı dışarıda arıyorlar ama o heyecanı bulduklarını düşündükleri kadının gerçekte ne yaşamakta olduğundan haberleri bile yok.
Sonuç, Juliette’in akan gözyaşları, kapanan bir defterin ardından açılan yeni bir sayfa, bir kısırdöngü! Bu kadının karşısına çıkan herkes de mi aynı olur be birader? Filmin sonunda yanıtı buluyoruz: Sen kendini sevmezsen, kimse de seni gerçek anlamda sevemez! Ortega y Gasset şöyle yazmıştı: “Sevgililerini seçimleriyle erkekler de kadınlar da temel yaradılışlarını ortaya koyarlar. Yeğlediğimiz insan tipi, kendi yüreğimizin çizgilerini taşıyan kişidir.”
İnsan en çok kendisini beğenir
Mesele, bitmek bilmeyen ‘doğru kadını’ ya da ‘doğru erkeği’ arama çabasıyla ilgili. Aslına bakarsanız, dünyanın en boş çabasıdır. Çünkü bir insan için kendisinden daha doğru bir başka insan zaten yoktur. Egolarımız şişiktir, insan en çok kendisini beğenir. Kendisini beğenmeyen de kompleksler içinde kıvranır.
Kendimiz kadar doğru bulduğumuz bir başka insanı bulmamız zordur ama bazı özellikleriyle barışık olacağımız insanlarla karşılaşma olasılığımız hiç de az değildir.
Başkalarıyla ilişkimiz, kendimizle olan ilişkimizin bir yansımasıdır çünkü. Kendimizle barışıksak herkesle barışık oluruz. Halimizden, tavrımızdan memnun değilsek başkalarından da memnun olmayız.
***
Cezalandırılmayı hak ettiğini düşünen insanlar, kendilerini cezalandıracak kişileri bulurlar. Sevilmeyi hak ettiğimize inanmıyorsak bizi sevmeyen insanları çekeriz.
Yani rahmetli anneannemin dediği gibi “Herkes layığını bulur!” Filmi izlerken onu andım bir kez daha.
Paylaş