Paylaş
Yani Hürriyet’e ikinci kez taşlı-sopalı saldırının yapıldığı akşam.
Fotoğraftaki şahıslardan yüzü kapatılmış olanı yeleğinden ve elindeki silahtan da anlayacağınız gibi bir polis.
Orada bulunmasının nedeni, iki gün önce “Hürriyet’i Madımak’a çevirmek üzere toplanmış” azgın bir güruhun saldırısına uğramış, camı çerçevesi indirilmiş binayı ve içindeki çalışanları korumak.
Onunla hatıra fotoğrafı çektiren şahıs kimdir tanımıyorum ama o gün Hürriyet binasının önünde eylem yapmak üzere bulunan kişilerden biri.
Eylemci ile güvenliği sağlayacak polis aynı karede, hatıra fotoğrafı çektiriyorlar.
Polis orada neden bulunduğunu unutmuş görünüyor.
Ya da unutmamış, orada bulunmasının bir “figürasyon” gereği olduğunu düşünüyor.
Çünkü bir gün önce iktidar partisinin milletvekili “Artık bunlara alışacaksınız” dedi.
Polis de belli ki saldırılara alışmamız için eylemcilere müdahale etmemesi gerektiğini düşünmüş.
O polis memuruna görevini bir kez daha hatırlatacak bir yetkili, İstanbul’da var mıdır dersiniz?
Cizre: Her şey siyah ya da beyaz değil
CİZRE, 4 Eylül’den beri sokağa çıkma yasağının uygulandığı, girişin ve çıkışın yasaklandığı bir kentimiz.
100 binden fazla insan bu kentte yaşıyor.
Cizre’nin “kuşatma altına” alınmasının nedeni, resmi açıklamalara göre PKK’nın ilçe merkezinde hendekler kazması, yollara ve binalara patlayıcılar döşemesi.
Güvenlik güçleri, bu durumu ortadan kaldırmak için operasyon yapma gerekçesiyle bütün bir kenti hapishaneye çevirdi.
Normal bir demokratik düzende herkesin toptan cezalandırılması anlamına gelecek bir tutum bu.
Suçlu ile suçsuzu ayırt etmeyen, topyekûn bir cezalandırma.
İnsanlar evlerinden çıkamıyor, bir aile ölen çocuğunu defnedemediği için cesedini buzlukta saklamak zorunda kalıyor.
Evlerine hapsolan insanların daha ne tür acılar çektiklerini bilemiyoruz, çünkü Cizre ile her türlü haberleşme de kesik.
Ama mesele böyle siyah ve beyaz bir fotoğraf çerçevesine sığmayacak kadar karmaşık.
PKK’nın da ne yapmak istediğine bakmak, onu görmeyi de unutmamak gerekiyor.
Cizre’de, PKK’nın emri üzerine “özerklik” ilan edildi.
İlk günlerde gelen haberler iki mahallenin PKK’nın silahlı elemanları tarafından işgal edildiği yönündeydi.
Bir devletin, ülkesinin bir yerinde silahlı birileri özerklik ilan ettiğinde, buna müdahale etmemesi düşünülebilir mi?
Böyle bir şey dünyanın hiçbir yerinde olmaz. Suriye gibi içsavaşla parçalanmış, merkezi idarenin bütün otoritesini ve hâkimiyetini kaybettiği bir ülkeden söz etmiyorsak tabii.
PKK, özerklik ilan eder ve kenti işgal ederken bunu düşünmemiş olabilir mi?
Böyle bir şey mümkün değil.
Onlar da biliyorlardı ki hiçbir normal devlet buna müsaade edemez ve müdahale eder.
Zaten istedikleri de buydu: Devlet müdahale etsin.
Halk ile devlet karşı karşıya kalsın, can kayıpları olsun ki halk da keskinleşsin, devletin karşısına geçsin.
Çünkü orada yaşayan insanlar, PKK’nın savaş ağalarının umurunda bile değil.
Ölebilirler, yaralanabilirler, her şeylerini kaybedebilirler.
PKK’nın savaş ağaları, o gariban insanların başına gelebilecekleri dert etmezler kendilerine.
Onun için evleri, sokakları silah deposuna çevirirler, bombalar döşerler ki bunları toplamaya gelecek güvenlik güçleri de insanların hayatlarını cehenneme çevirebilsin.
Peki devletin yaptığı doğru mu?
Yanıtım hayır, doğru değil. Devlet, PKK’nın tuzağına düştü, PKK’nın istediği şekilde müdahale ediyor.
Demokratik bir ülkede devletin operasyonları da şeffaf olur. Orada gerçekte neler olup bittiğini saklama çabası olmaz, tam tersine herkesin ne olup bittiğini doğru öğrenmesi için çalışır, haber alma hakkını ortadan kaldırmaz.
Milletvekillerinin, gazetecilerin, yardım amaçlı sivil kuruluşların orada bulunmasını sağlar ki haklıyken haksız duruma düşmesin.
Bütün bir kent halkını, suçlu–suçsuz ayırt etmeden ev hapsine mahkûm etmez. Buna zorunlu kalırsa da bu bir hafta sürmez.
Halkın sağlık, gıda gibi acil temel ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli önlemleri alır.
Cizre’deki olay, Türkiye’de devlet yönetimine hâkim olan zihniyetin de sorunlu olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Korku imparatorluğu
HÜRRİYET’in iki kez üst üste saldırıya uğramasından sonra birçok işadamı ve politikacı, bana ya da arkadaşlarımıza “Geçmiş olsun” dileklerini sundular.
Geçmiş olsun dileklerini iletenlerin arasında bakanlar ve AKP’li politikacılar da vardı.
Ama hiçbirinin ismini öğrenemediniz. Çünkü geçmiş olsun dileklerini iletenlerin bir isteği vardı: “İsmim sizde kalsın, bunu yazmayın!”
Neden böyle söyledikleri çok açık. Çünkü korkuyorlar. Kimden korktukları da bir sır değil.
O malum şahıs Türkiye’de işadamları ve kendi partisinden politikacılar üzerinde öyle bir korku yaratmayı başardı ki iğrenç bir saldırıya uğrayan gazeteye geçmiş olsun dileklerini bile kamuoyunun önünde iletemiyorlar.
Hürriyet’e geçmiş olsun dileklerini iletenler arasında korkup çekinmeyenler ise sanatçılardı.
Dün Kelebek’te hepsi isimleri ve fotoğraflarıyla yer aldı.
Sanatçı duruşunun nasıl olduğunu da böylece görmüş olduk, onlara teşekkür ederiz.
Paylaş