BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Sincan’daki referandum mitinginde Anayasa değişikliğine neden “Evet” denmesi gerektiğini anlatırken “Dedelerden talimat alarak hâkim savcı atamaları dönemi bitti” dedi.
Evet, zaten Türkiye’nin güçler ayrılığına dayalı bir demokratik hukuk devleti olmasını isteyenler, yargıç ve savcı atamalarının birilerinin talimatı ile yapılmasını istemiyorlardı. 12 Eylül rejiminin mirası bir HSYK yapısının buna elverişli olmadığını biliyorduk. Bu nedenle Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK’da bulunmaması ve atamaların siyasi etkilerden de arındırılmasını bu nedenle istiyorduk. Sorunumuz şu ki belki “dede tavsiyesi” bitiyor olabilir ama bu kez de “hükümet parmağı” işin içine iyice giriyor. Bakan ve müsteşarı yine başrolde, bakanın izni olmadan yargıç ve savcıların soruşturulması mümkün değil, siyaset ve küçük grup çıkarları HSYK’nın yapısının belirlenmesinde yine etkili olacak. Bugünkü hükümetin son HSYK toplantılarındaki tavrı da gelecekte bizleri neyin beklediğini gösteren bir başka kanıt. Bakanlık kendisine göre atama listeleri hazırlıyor ve bunun HSYK’dan aynen geçmesini istiyor, geçmeyeceği anlaşılınca da bakan ve müsteşar toplantılara değişik bahaneler uydurup katılmayarak, atamaları bloke ediyorlar. Anayasa değişikliklerine “Evet” de dense bu durum değişmeyecek, “Hayır” da dense değişmeyecek. Çünkü hükümet, kendisine bağlı bir yargı yaratma telaşına düşmüş bulunuyor. “Dedelerin” yargıç ve savcı atamalarındaki etkisinden yakınan hükümetin, “cemaatin” aynı yöndeki çabalarından hiç rahatsızlık duymuyor olması da bir başka konu tabii!
Artık ‘sivilleştiğimize’ göre durum değişmeli
NEWSWEEK Türkiye dergisi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin modernizasyon çalışmalarına hız verdiğini anlatan bir konu hazırlamış. Haberde ülkelerin askeri harcamalarını kıyaslayan bir tablo da yer alıyor ve buna göre Türkiye’nin askeri harcamaları, Rusya’nın askeri harcamalarının yaklaşık yarısı kadar. Türkiye, savaş içinde yaşayan İsrail’den daha çok askeri harcama yapıyor. Çin’in üçte biri kadar, İran’ın ise yaklaşık iki misli askeri harcamamız var. Sadece bu tablo bile Türkiye’nin askeri harcamalarının iyi bir mercek altına alınması gerektiğini gösteriyor. Hatırlayacaksınız, geçen hafta Türkiye’nin tehdit algısının değiştiğini, bu amaçla Milli Güvenlik Siyaset Belgesi adı verilen ve “Kırmızı Kitap” olarak bilinen belgenin bu yönde değişeceğini gazetelerden öğrenmiştik. Newsweek’in haberinde, TSK’nın önümüzdeki yıllar için almayı planladığı silahlar ile ilgili bilgiler de var. Kırmızı Kitap’ta yapılması düşünülen değişiklikler ile bu liste bir arada değerlendirildiğinde bazı silahların neden alındığını açıklamak kolay değil. Dikine iniş kalkış yapan taarruz uçakları, yeni tip denizaltılar, ana muharebe tankları gibi ağır silahlar söz konusu. Komşularımızdan artık bir tehdit beklemediğimize göre (Kırmızı Kitap bu yönde değişiyor) bu tür silahların ne işe yarayacağını anlamak güç. Bunun yerine mayınlara karşı zırhlı araçların, insansız hava araçlarının, sınırdaki sızmalara anında tepki gösterecek helikopter türü araçların sayısını artırmak daha mantıklı görünüyor. Bu konudaki esas sorunumuz şu: Türkiye’de ne TBMM, ne de hükümetler, alınması gereken silahlar üzerinde söz söyleyebiliyorlar. Bunlar askerler tarafından planlanıyor, hükümetlere de bunun için para bulmak kalıyor. Artık “sivilleştiğimize” ve tehdit algımız da değiştiğine göre, bu işin yapılma biçimini de değiştirmemiz gerekmiyor mu?
Eğitimde ilginç bir örnek
? ARKADAŞLARIMIN çocuklarının okullarını bitirip iyi işlere girdiklerini duydukça mutlu oluyorum. Gerçi bu giderek yaşımın ilerlediğini de hatırlatıyor bana ama ziyanı yok. Kaderden kaçılmaz, biliyorsunuz! Salih ve Nursuna Memecan’ın kızları Zeynep de bu yıl okulunu bitirdi ve ABD’de “Teach for America” isimli bir program ile iki yıllık bir iş sözleşmesi imzaladı. Bu vesileyle, bana çok ilginç gelen bir “yeni işin” varlığından haberdar oldum. Program, ABD’deki eğitim düzeyinin yükseltilmesini hedefliyor. İyi okullarda okumuş başarılı gençler, bu program çerçevesinde kötü şartlardaki okullarda eğitimci olarak görevlendiriliyorlar. Böylece, hem dar gelirli çevrelerden gelen ve iyi eğitim olanaklarından yararlanamayan çocuklar, kendileri için birer iyi rol modeli bulabiliyorlar hem de iyi şartlarda, iyi okullarda okumuş gençler de ülke gerçeklerini içinde yaşayarak öğrenebiliyorlar. Şu anda bu program ABD’de üniversite mezunlarının en çok tercih ettikleri işler sıralamasında ilk on içinde, yedinci sırada. Programın bir avantajı da meslek yaşamlarına bu iş ile başlayan gençlerin, ilerleyen yıllarda kendilerine başka yollar çizseler bile eğitim sorunlarına karşı hep duyarlı davranacak olmaları. Programın, “ucuz öğretmen istihdamı” diye eleştirilmesine yönelik görüşler de okudum. Bilemiyorum, belki bunda da bir gerçeklik payı vardır. ABD gibi sosyal amaçlı kamu harcamalarının “solculuk” sayıldığı bir ülkede bu ihtimali göz ardı etmemek gerek. Bizim için bu nasıl bir örnek oluşturabilir, elbette eğitimciler bunu daha iyi değerlendireceklerdir. Ama hiç olmazsa “yaz okulları” açıp, iyi okulların son sınıflarına gelmiş gençleri oralarda görevlendirmek, hem gençlere bir toplumsal sorumluluk bilinci verir, hem de çocuklar kendileri için, yaşları o kadar da büyük olmayan rol modelleri bulabilirler diye düşünüyorum. Ama üniversiteyi bitirmiş ve öğretmen olmaya gönüllü gençlerin bile “formasyon” gerekçeleriyle elleri böğürlerinde bekledikleri gerçeğini de aklımdan çıkarmıyorum!