Erkeksiz uzun yaşamak mı?

İSKOÇYA’nın en yaşlı kadını Jessie Gallan, bu ay 109 yaşına bastı.

Haberin Devamı

İki odalı bir çiftlik kulübesinde, 2 Ocak 1906 tarihinde doğmuştu.
Jessie Hanım, uzun yaşamasının sırrını Daily Mail gazetesine şöyle açıkladı:
“Uzun yaşamamın sırrı erkeklerden uzak durmamdır. Erkekler, sahip oldukları değerden daha fazla bela açarlar.”
Jessie Gallan, her gün spor yaptığını ve her sabah bir kâse dolusu sıcak süt ile pişirilmiş yulaf lapası yediğini de söylüyor.
Geçen haftanın başında, İngiltere’nin en yaşlı kadını olan 112 yaşındaki Gladys Hopper da uzun yaşamasının sırrını “Aptalca şeylerle uğraşmamak” diye açıklamıştı.
Gladys Hanım’ın “aptalca işler” tanımının içine erkekler ile uğraşmak da giriyor muydu, bilemiyorum.
Bunları okuyunca yıllar önce, bir kadın arkadaşımızın annesinden aktardığı bir sözü hatırladım. Milliyet’teki bir yazımda aktarmıştım bu alıntıyı ama aradan çok zaman geçti, tekrarlamakta bir sakınca yok.
Şöyleydi: “Anadolu erkeğinin iyisi 30 yılda adam olur. Kötüsü için 40–50 yıl gerekir. Sonunda adam olurlar ama kadınlarda da artık hal kalmamış olur.”
Geçen gün Elele dergisinin düzenlediği Avon Yılın Kadınları ödül töreninde, ödül alanların konuşmalarında da benzer bir “tını” vardı.
Kadın olmaktan mutlu olduklarını ve yine dünyaya kadın olarak gelmek istediklerini söylüyorlardı. Hatta Ertuğrul Özkök de gaza gelip, bir daha sefere dünyaya gelme olanağı olursa kadın olmayı istediğini söyledi.
Elbette “erkeksiz bir hayattan” söz etmiyorlardı ama sanki kendi kendilerine daha çok eğleneceklermiş gibi bir halleri olduğunu da söyleyeyim.
Akşam iş çıkışı trafiğin dağılmasını beklerken işyerimizin altındaki barda buluşuyoruz, işi biten geliyor, yolu açılan gidiyor.
Orada bu konuyu yine açtım ve ortaya çıktı ki bizim yayınevinde çalışan kadınlar da “kadın kadına gezmeyi, erkekler ile gezmekten daha eğlenceli buluyorlar”mış!
Bir erkek olduğum için kadınların tam olarak neden şikâyet ettiklerini her zaman anlayabildiğimi de söylemem elbette zor.
Bunu bilebilsem “ermiş” katına çıkardım herhalde.
Erkek egemen bir toplum içinde yaşadık, bazılarımızın evlerimizde daha çok kadınların sözü geçerdi belki ama toplumsal alana çıktığımız zaman işler değişiyor.
Bir toplumsal cinsiyet olarak “erkek” denilen canlının, kendisini birinci sınıf bir varlık olarak gördüğünü, diğer cinse yaşam alanı açmak konusunda isteksiz olduğunu da biliyoruz.
İkili ilişkilere geldiğimizde de benimsenen toplumsal rolün etkileri ortaya çıkıyor.
İkisi de çalışan çiftlerden kadın olanının eve gelince yemek yapmak, mutfağı ve ortalığı toplamak gibi “ekstra” mesaiye kaldığını, erkeğinse o sırada elinde kumandayla televizyona baktığını tekil örnekler zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Oldukça yaygın bir “işbölümü” bu.
15 yıl kadar önce, antropologlar Çin’de sadece kadınların konuştuğu, erkeklerin ise hiç bilmedikleri bir dilin varlığını keşfetmişlerdi.
Hunan eyaletinin Jiangyong bölgesindeki bir dağ köyünde tesadüfen keşfedilen bu dil sadece çok yaşlı bazı kadınlar tarafından anlaşılıyormuş.
Nu Şu adı verilen bu antik dilin geçmişinin bin yıldan eski olduğu tahmin ediliyor. İmparatorluk döneminde Çin’de kız çocuklarından beklenen tek görev bir erkeğe eş olmaları ve çocuk doğurmalarıymış.
Günümüz maço toplumlarından farklı bir durum değil yani!
Ağır bir toplumsal baskı altında ezilen kadınlar, kendi aralarında konuştukları şeylerin erkekler tarafından anlaşılmaması için yeni bir dil geliştirmişler. Bu dil kısa sürede Hunan bölgesinde çok yaygınlık kazanmış ve kentli kadınlar Nu Şu dilinde yazmak için bir alfabe bile geliştirmişler. Çin alfabesinden bir hayli farklı olan bu alfabe kesik çizgili harflerle yazılıyormuş.
Dilin unutulmaya başlamasının nedeni, Çin’de özellikle Kültür Devrimi’nden sonra kadınların da erkekler ile eşit olduğu anlayışının yaygınlaşmasından başka bir şey değil.
Tabii şimdi bütün bunları anlatıyorum diye, kadınlara, İskoç Jessie Hanım gibi yapın, uzun ve sağlıklı bir yaşam istiyorsanız, erkeklerden uzak durun demek istediğim anlamı çıkmasın lütfen.
Tek başına yüz yıl yaşamaktansa, sana baktığında içi titreyen, saçlarının rüzgârda savruluşundan şiirsel anlamlar çıkaran bir erkekle, daha kısa süre yaşamak daha iyidir hanımlar!

Haberin Devamı


Rahmetli çok bonkör adamdı!

Haberin Devamı


SUUDİ Arabistan Kralı Abdullah öldü, Allah rahmet eylesin, günahlarını affetsin, kendisi son derece bonkör bir insandı.
Davetli gittiği ülkelerin yöneticilerinin eşlerine çok değerli mücevherler armağan etmek gibi bir alışkanlığı vardı.
ABD ve Birleşik Krallık yöneticileri, kanunen bunları açıklamak zorunda oldukları için öğrenmiştik.
ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’a 165 bin dolarlık pırlanta ve yakuttan oluşan bir gerdanlık armağan etmişti mesela.
Başkan Bush’un eşi Laura Bush’a da değeri 85 bin dolar olan pırlanta ve safir bir mücevher seti hediye etmişti.
Bir de Ekvador Devlet Başkanı’nın eşine değeri 400 bin dolar olan mücevherlerden armağan etmişti. Onu öğrenme sebebimiz de mücevherleri satıp bir hayır işinde kullanmak için resmen izin istemiş olmalarıydı.
Rahmetli Suudi Kralı, Türkiye’ye de ziyarette bulunmuş ve zamanın Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’nın eşlerine de armağanlar getirmişti.
Bunların değerinin ne olduğunu bir türlü öğrenemedik, hatırlarsınız belki yıllarca bunu sormuştum.
Kanunlarımıza göre hediyelerin beyan edilip Hazine’ye devredilmeleri gerekiyordu, ama bu yapılmadı.
Eğer yapılmış olsaydı, ısrarlı sorularım karşısında bu beyanların bir fotokopisini yollarlardı, yayınlardım, herkes sorunun yanıtını almış olurdu.
Şimdi Kral rahmetli oldu. Zamanın Başbakanı, Cumhurbaşkanı oldu, zamanın Cumhurbaşkanı Huber Köşkü’nde emekliliğinin tadını çıkarıyor.
Ve benim sorular hâlâ yanıtsız, öylece ortada duruyor!

Yazarın Tüm Yazıları